İnsan özgür olduğunu hissettiği kadar özgür bence. Baktığınız zaman toplumda bizi kısıtlayan, bir kutunun içine sığdırmaya uğraşan ve limitlerimizi daha da daraltan öyle çok etken var ki… En başta sosyal bir varlık olmanın getirileri… Çok yüksek sesle konuşamazsın, istediğin kadar açık giyinemezsin, istediğin gibi şapırdatarak yiyemezsin, istediğin yoldan gidemezsin… Bunları yemeğimi illa şapır şupur yemek istediğimden değil, belli sınırlar içine girmekte çok zorlandığımdan yazıyorum. Bunu ne kadar değiştirebiliriz bilemiyorum. Ama en azından içimizdeki hisle ve kafamızdaki düşünceyle kendimizi özgür olduğumuza inandırıp, biraz daha huzurlu devam edebiliriz günümüze.
Bunun en önemli örneklerinden biri Viktor Frankl’dir. O, Nazi kampı günlerinde yüzyılın en başarılı düşüncelerinden birini ortaya atmıştır. “Bedenimi ne kadar esaret altına alsanız da, kafamın içini kontrol edemezsiniz. Ve ben orada istediğimi düşünmekte ve düşlemekte özgürüm.”
İşte bu çok umut verici. Hayatta öyle çok zaman ve durum oluyor ki kendimizi kukla gibi hissettiğimiz, bu işin içinden çıkıp çıkamayacağımızı bilemediğimiz. Aslında herşey insanlar için. Biz istedikten sonra herşey mümkün. Ve bedenimiz bir durumun zorunluluklarının içinde ne kadar sıkışmış olursa olsun, uçsuz bucaksız bir hayal dünyasına ve düşünme gücüne sahibiz. Bu da insan olarak en büyük avantajımız.
Sadece zaman gerekiyor. Ulaşmak istediğimiz hedefi kafamızda belirledikten sonra, bedenimizi o noktaya taşımak için biraz zaman… Ve önümüze çıkacak duygusal ve fiziksel zorlukları aşmak için biraz cesaret, çok az da umut…
Ben, gerçekten çok istersek, herşeyi başarabileceğimize inananlardanım. Çünkü insanların yürekten istedikleri şeyler uğruna yapabileceklerini gördüm. Engeller elbette var ve olacak da… Engelsiz bir hayat herhalde ancak masallarda var. Ama önemli olan o engelleri aşmayı istemek. Sonra insan bu engeli aşacak bir yol buluyor mutlaka. Yeter ki kararınızı vermiş olun. Yapmak istediğiniz şeyden emin olun. O zaman inanın hiç kimse duramaz önünüzde…