Hiç Bitmeyen Hayat Mücadelesi…

Ev yanıyordu neredeyse… Elektrik kaçağı olmuş, sigorta attı, düzelmedi. Aynı anda kablolardan bir kısmı alev aldı… Büyük bir olayın ucundan döndük. Hayatta hiçbir şeyin garantisi yok gerçekten. En değer verdiğin, üzerine titrediğin şeyler bile bir anda küle dönüşebiliyor. Peki o zaman biz neye sırtımızı yaslayıp, kalıcı hissedeceğiz kendimizi?

Gençlik desen geçiyor. Sağlık zaten pamuk ipliğine bağlı, her an tökezleyebiliyor. İnsanlar sağ gösterip sol vuruyor, daha fenası, seviyorsun, bağlanıyorsun, kalbini kırıyorlar. Ya da dost oluyorsun, yıllar geçiyor, yeni bir huyu türüyor, çekilmez hal alıyor bir zamanların sıcacık arkadaşlığı.

Hadi malları, maddi olanları, sağlığını bile sigortaladın diyelim. Tedavi oldun, kaybettiğinin yerini başka bir şeyle doldurdun. Peki ya içinden gidenler? Duygular… Kırılan kalbin… Unutamadığın acıların… Bunları sigortalamak mümkün mü?

Keşke olsa…

Primi neyse ödesek, kalbimiz kırılınca hemen onarılsa… Giden arkadaşın yerine hemen yenisi konabilse… Ama ne mümkün…? İnsan kaybettiğiyle kalıyor… Ve yine sil baştan başlamak gerekiyor.

Bazen kendimi piyon gibi hissediyorum. Sanki dünya kocaman bir barbi bebek evi, biz de içinde minicik kalmış oyuncaklar. Kendimizi oyalayıp duruyoruz. Adına iş diyoruz, aşk diyoruz, arkadaşlık diyoruz, gece eğlencesi diyoruz. Bir dönme dolabın içine girmişiz, dönüp duruyoruz. Aynı yerler, aynı insanlar, sıkılınca başka yerler, başka insanlar. Ama yapılan ve elde kalan hep aynı.

Bu piyonluk hissinin içinde hayatın anlamını nasıl bulacağız? Gerçekten hayatın anlamı ne? Niye varız? Niye yaşıyoruz? Doğduğumuz içinden başka, yani bir şekilde buna mecbur bırakıldığımızın dışında bir nedeni var mi?

Sanırım seçimlerle renklendirmek lüksüne sığınmalıyız. Yoksa insan çıkamaz bu dönme dolaptan. Zamanla herşey anlamsız gelmeye başlar.

Madem getirildim dünyaya, bari kendi seçimlerimi yapayım da kendimi kontrol ediyormuş gibi hissedeyim, diyenlerdenim. Yani yılmamak gerek. Ucunu bıraktığında akıp gider zaman. Öyle hızlanır ki, anlayamazsın neresinde olduğunu. En iyisi bir ucundan tutup, yontarak, elinden geldiğince arzu ettiğin şekli vererek bir sanat eseri yaratmak hayatından. Ve tek olduğuna, özel olduğuna, istediğin gibi yaşamak için çaba sarf ettiğine inanmak… Gerisi zaten kendiliğinden geliyor.

Yazar: Şeyma Çavuşoğlu

Şeyma, Notre Dame de Sion Lisesi’ni bitirdikten sonra, Koç Üniversitesi’nde psikoloji okudu. Ardından La Salle Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında yüksek lisansını (M.A.) ve Lesley Üniversitesi'nde Yaratıcı Sanat Terapileri alanında doktora derecesini tamamladı. Detaylı bilgi için: www.seymacavusoglu.com

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: