Bazen bir bebek olsam diyorum, dünyadan habersiz, herşeyi annesi, babası, yemeği, uykusu, oyunu… Ya da çok seven bir evin kedisi olsam, bir dediğim iki edilmese, taransam, sevilsem, karşılıksız doyurulsam, uyutulsam, sıcacık otursam köşemde… Kimse benden bir şey beklemese…
Biz insanlar neden böyleyiz anlayamıyorum. Herkesin, herşeye dair bir fikri ve bir beklentisi var. Ve sen, onların beklediği doğrultuda hareket etmediğinde sevilmeyen kişi oluveriyorsun.
Herkes diğerlerini kendine benzetmeye uğraşıyor. Kendi kuralları tek sayılsın, kendi yolu benimsensin ve kendi dediği yapılsın istiyor. Arada bir,içtenlikle, “Bana fark etmez.” diyenler çıkıyor. Ama fark yaratamayacak kadar az… Çoğu insan “benci”, ve “onlarcı” değilsen, ne arkadaş olabiliyorsun, ne çevrelerinde barınabiliyorsun, ne de seviliyorsun.
Bazen düşünüyorum, ben hangisiyim? Ve eğer “benci”lerdensem, kendime benzeyen birini bulduğumda ne kadar severim? Ya da başka bir deyişle, arkadaşım olacak kişinin bana ne kadar benzemesini isterim?
Bence yakın olmak için ya da en basitinden anlaşmak için, temel konularda benzeşmek gerekiyor. Peki, bu ne derece mümkün? Herkes farklı aile yapılarından, farklı eğitim sistemlerinden, farklı kişiliklere dönüşen gen haritalarından geliyorsa, benim bana temelde benzeyen birini bulma olasılığım nedir?
İşte bu noktada vurgulamak istediğim asıl konuya geliyoruz. Anlayış… Ne demek olduğunu neredeyse unutmaya başladığımız bu günlerde, hatırlamak zorunda olduğumuz en temel kavram.
Belki temel noktalarda kesişmek mümkün ama ayrıldığımız birçok nokta, fikir, konu olacağı da kesin. Dolayısyıyla anlayış göstermeden anlaşmak, dost olmak, paylaşmak imkansız.
Aslında anlayış o kadar da zor var edilen bir şey olmamalı hayatımızda. Farklılıklara bu kadar kapalı olmak yerine farklılıklara hayranlık ve saygı duyabilmeliyiz. Keşke realitede de, birçoğumuzun idealinde var olan anlayış okyanusunun bir damlasına kavuşabilsek… Belki o zaman diner susuzluğumuz bu kurak günlerde…