Bir gün gelir ve senin bir dilek tutman istenir. Bu öyle bir dilektir ki, bir gün kabul olacaktır… Ve sen başlarsın düşünmeye. Bu hayatın neresini, nesini, ne pahasına, ne şekilde değiştirmek istediğine karar vermeye çalışırsın.
İşte o dileği bulanlar, kendilerini, zamanlarını, emeklerini, paralarını uğruna sarf etmek istedikleri şeyi bulmuş olanlardır. Kimi işinde bulur dileğini, kimi ailesinde, kimi sevgilisinde, kimi çocuğunda, kimi kendi içinde… Herkes o dileği arar aslında. Yıllarını, umutlarını, enerjilerini bunun için harcar, bunun için gözünü bile kırpmadan seriverir herşeyini kaderin ayaklarına.
Kadere ne kadar inandığımı, kader olduğu fikrinden ne kadar etkilendiğimi, kaderi ne kadar düşündüğümü bilemiyorum henüz. Ama bir noktadan sonra, herşeyi birbirine bağlamaya çalıştığımda, benim yapabilme kapasitemi aşan bir örgüyü gözlemlediğimde bir şeylerin benden habersizce hayatıma işlendiğini hissediyorum.
Bugün düşündüm de… Aslında oluruna bırakabilsek bazı şeyleri, bu kadar zorlamasak kendimizi, iteklemesek olasılıkları, belki de yerine oturacak tüm taşlar. Bence, dilek önemli. Dileğini bulmak ve dilemek… Diledikten sonra da gerçeklemesi için gerekenleri, gerektiğince, gerektiği zaman yapmak; ve gerekliliklerin arasında kaybolmadan, nefes almayı unutmadan, bazen de herşeyi oluruna bırakmanın gerektiğini hatırlamak…
Bütün kavgalar da bunu unuttuğumuzdan, oluruna bırakmayı hep pas geçtiğimizden, kontrol etmek için her yola başvuracak kadar gözü kör olabildiğimizden olmuyor mu aslında?
Hayatımdaki her duygunun, her kokunun, her anının, her nefesin, her günün, her hayalin, her gözle görülmez, elle tutulmaz ama var olduğu bilinir şeyin bir şekli olsa… Ve ben hepsini bir odanın içinde, ellerimle inşa ettiğim raflara dizebilsem; sonra da dönüp, biraz uzaklaşıp, hepsini inceleyebilsem…
İnsan bazen kayboluyor inanıp inanmadığını, gözüyle görmeden, eliyle tutmadan bilemediklerinin arasında. Keşke herşeyi somutlaştırmanın bir yolu olsa. Soyut dünyayı somut “gerçek”lere her zaman tercih etmiş biri olarak, bunu söylemek çok garip gelse de, bazen dokunma duyusunu kullanmak istiyor insan; sahip çıktığı değerlere dokunmak, onları ellemek, daha somuta dair bir algıyla hissetmek istiyor. “Gerçek” deyip geçmeden emin olmak istiyor peşinden gittiklerinin sadece kendi içinde yarattığı şeyler olmadığından…
Ben, herşeyi somutlaştırmayı dilerdim. O zaman, sevdiklerime sevgimi cam bir kavanozda sunabilir, sevenlerden sevgi toplayabilir, ihtiyaç duyduğumda desteği bir buket çiçek gibi vazomda saklayıp, izleyebilir, hoşlanmadığım duygularımın hepsini tabuta hapsedip, toprağın dibine gömebilirdim. Acaba o zaman nasıl olurdu hayatım?