Dilenci ve Aziz

Yazılarımı gün yüzüne çıkarmaya karar verdiğimde, “Ye, Dua Et, Sev” kitabından aldığım bir hikaye vardı tanıtımda kullandığım. Zengin olmayı hayal eden bir dilenci, her gün aynı aziz heykelinin önüne gider ve dua eder: “Sevgili Aziz, ne olur, ne olur, ne olur bana piyangodan para çıksın, hayatım kurtulsun!” Bir gün, beş gün, on gün, aylarca devam eder bu yalvarış. Sonunda aziz canlanır ve yine kendisine doğru dua etmeye gelen dilenciye döner: “Sevgili oğlum, ne olur, ne olur, ne olur bir piyango bileti al.”

Yağmurlu bir akşamüstü, sesimin içime fazla geldiğini hissettiğim anlardan birinde bir can yoldaşı bana bu sayfayı açmıştı. O günden beri, içimden geleni paylaşılabilir hissettiğim her dönem bu sayfalara döndüm. Belki aradığım bir cevaptı, belki de sadece içsel yolculuğumu günlüklere yazmaktan sıkılmış, birileri şahit olsun istiyordum. O günden beri kazandığım çok önemli bir farkındalık oldu: Cesaret ve umut, suladıkça büyüyen ve serpilen duygularmış.

Küçüklüğümden beri, yapmak istediklerimi erteler dururum. Bıçak kemiğe dayanıncaya kadar harekete geçmem. Sanırdım ki bir gün gelecek ve ben, o hep hayal ettiğim atılımları yapacak cesur kadın olacağım. Hep dua ederdim dilenci gibi bulduğum azizlere. Hep hayattan beklerdim ilk adımı. Oysa son dönemde bunun aslında benim tetikleyeceğim bir süreç olduğunu görüyorum. İnsan ancak kazandığı ivme ile doğru orantılı hareket edebiliyor hayatta.

İmrendiğim, örnek aldığım, özendiğim ve kıskandığım tabloları önüme dizdiğimde, hepsinde her kafadan çıkan sese kulak vermeden inandığının peşinden gitmiş insanlar görüyorum. Merak ediyorum, insanın kendine inancı dış etkenlerden zarar görmeden nasıl varlığını sürdürebiliyor? Sanırım, hayatta hiçbir kutunun içinde ne olduğunu dışarıdan tahmin edemeyeceğimiz gibi, insanlar da içlerinde dışarıya yansıtmadıkları iniş-çıkışlar barındırıyorlar.

Bir başka deyişle, 7 gün 24 saat motivasyonu en üst noktada sabit kalan ve hep mutlu, heyecanlı, azimli hisseden bir tek insan yok bu dünya üzerinde. Herkes, istisnasız, bir gün, belki bir an bocalayabiliyor. Yaptığından ya da yapacaklarından şüphe duyabiliyor. Sadece, bu anın uzunluğu kişiden kişiye değişiyor ve olumsuza kaymaya eğilimi olan kişilerde diğerlerine oranla daha uzun sürebiliyor.

Bana göre, cesaret, o piyango biletini almaktır. Kim ne derse desin, eğer ben o gün kendimi şanslı hissediyorsam, o bileti almalı ve cebime koymalıyım. Sonra, sadece beklemek değil, bilet toplamaya ve şansımı arttırmaya devam etmem gerekiyor. Ve bugün inanmasam da yolun sonunda beni bir ödülün beklediğine, yeniden inanacağım an gelene dek sabretmem… Eğer sen de bugün şüpheye düştüysen aldığın kararlar ya da attığın adımlara dair, bekle, unutma yeniden inanacaksın. Her insan gibi, korkuların kadar umutların ve inancın da mevcut içinde.

Umutsuz Umut

Keşke hayatta ne istediğimizi net olarak bilebilsek. Bildiğimizi zannedip peşinden gittiklerimizle yetinebilsek ve hep yeni bir ihtiyaç içinde olmasak. Ama hayatın devamlılığı kadar garantisiz isteklerimizin biteceği… Biz insanlar hep daha fazlasını, farklısını, renklisini, anlamlısını, zevklisini istemeye programlanmışız.

Bir açma-kapama düğmesi yaratabilecek olsam, içimdeki hep “daha” diyen sesi kontrol edebilmeyi isterdim. Motivasyona ihtiyaç duyduğumda açar, diğer zamanlarda kapalı tutardım. Arada sırada oluruna bırakabilmek ve hazır elimde olanla mutlu olabilmek rahatlatıcı olsa gerek.

Nankör umut! İçimdeki kırgınlığı ve burukluğu, öfkeye dönüştürebilseydim daha kolay baş ederdim elbet. Ama umutsuz umudum… Duygularım karmaşık. Ve ben yaşımdan daha yaşlı… Yorgun. Devam ediyorum hayata.

Sırtımı dayadığım, yanımda istediğim birileri, bana inanmayarak hayatlarına bensiz devam ettikçe, daha da yıpranıyorum aslında. Kabul etmek zaman alsa da, ben onları özlüyorum. “Keşke” diyorum, “onları hayatımdan çıkarmak zorunda olmasaydım”.

Kendimi tanımladığım bir nokta var ve oraya ulaşmak tahmin ettiğimden çok daha fazla zaman ve emek gerektiriyor. Ne zaman ulaşacağım ise çok belirsiz. “Bu yolculuk bu kadar zor olmamalıydı” diyorum. “Köşeyi dönünce orada olmam gerekiyordu”.

Hiç bitmiyor kendimle savaşım. Sadece adı, mekanı ve şartları değişiyor savaşın. Sonuç hep aynı. Kaybedilen, zaman ve dostlar. Artık kandırılmaktan çok yoruldum. “Peri masalları gerçek değil” diyorum ve kaybediyorum yol haritamı. En ufak bir ışığa umudumu satacak kadar saf hissediyorum kendimi. Ve biliyorum bu yazıyı bu gece yayınlamazsan, bir daha gün yüzü görmesine izin vermeyeceğim.

Bu defa, içimdekini serbest bırakmayı seçiyorum. Kim olarak, hangi sıfatla beni yargılayacağından bihaber, salıyorum kelimelerimi gökyüzüne ve kıskançlığımı üzerine. Bu kelimelerden sana geçen bir elektrik varsa, cevaba değer bulman dileğiyle, ürkekçe sana doğru yolluyorum umudumu. Kırmazsın di mi?