Eksiden Artıya

Hayatı canlı kılan, en kıymetli duygu ne biliyor musun? Şefkat… Sıradan bir günü parlaklaştıran ve sıradan kaçan bir ilişkiyi kendinden geçiren bir duygu. Bu sabah içsel bir yolculukta, uzun zamandır kırgın olduğum birine karşı şefkat hissetmeyi çalıştım. Günün geri kalanında onunla geçen her anım, önceki aylara, hatta yıla kıyasla o kadar farklıydı ki. Onu affettikçe, onun yanında ben olabildim. Ona şefkat besledikçe, onu olduğu gibi kabul edebildim. Sonunda ne oldu biliyor musun? Kucaklaştık! Samimiyetle… Ve ben onu olduğu haliyle gördüm; belki de ilk defa, ayrı iki insandık… O karşımda duruyordu. Ne bir eksik, ne bir fazla.

Belki de olumsuz duygular en büyük derslerin işaretleridir… Elbette onlar da var hayatta; elbette mutsuzluk, kırgınlık, öfke, huzursuzluk, duygusal açlık, kıskançlık, utanç, pişmanlık, acı (…) da doğal akışın vazgeçilmezleri. Ancak bu duygularla tam olarak ne yaptığım, onları nasıl anlamlandırdığım ve yüreklilikle sahiplenip sahiplenemediğim belirliyor hayatımdaki kalıcılıklarını.

Duygularımın ifadesini güçlendirmek sanırım bu yolda attığım ilk adım…  Gün içinde, ruh halimi fark etmeyi deniyorum. Aklıma geldikçe, bilincime ulaştıkça yaşadıklarım, içime dönüyorum. Bir-iki dakika bedenimdeki sinyalleri takip ediyorum, zihnimin yoğunluğunu yokluyorum, ruhumun kasırgasını ayrıştırıyorum… Ne varsa o anımda titreşen, alıyorum avucumun içine. Ellerimle sarıyorum, hissediyorum, dokusunu keşfediyorum… Anlamaya çalışıyorum. Kaynağını bulabilir miyim diye meraklanıyorum. Sonra ellerimi bir kuşu özgür bırakır gibi göğe doğru açıyorum. Azat ediyorum o duygumu…

YaratımSonra ne oluyor biliyor musun? İçimde bir boşluk hissediyorum. O boşluğa bakıyorum bir süre… Yavaş yavaş kıpırdandığını duyumsuyorum. İzliyorum yalnızca; kendimi yormadan, süreci hızlandırmaya uğraşmadan, bekliyorum. O boşluk turuncu kıvamında pembe bir renkle dolmaya başlıyor. Koyu, kasvetli renkleri içimden attıkça; gökkuşağına boyanıyorum… Nasıl keyifleniyorum anlatamam. İstem dışı gülümsemeye başlıyorum. Zaman hem geçmiyor hem hızla akıyor… Coştukça coşuyor ruhum… Boyandıkça boyanıyorum yeşile, mora, sarıya, eflatuna…

O an güçlü hissediyorum kendimi. İçimden cesaret fışkırıyor. Sanki her şeyi kaybetsem, üşenmeden, yenilmeden yeniden inşa edermişim gibi… Sanki en sevdiklerim tüy olup karışsalar rüzgara, anılarını hasretle kırılmadan korurmuşum gibi… Sanki zorlasa da yolum, inanmaktan yılmaz, gerçeğe zamkla yapışırmışım gibi…

Kendimi olduğum gibi gördükçe büyüyorum. İçimdeki çocuğu selamlayıp, ilerliyorum… Büyümek, bütünleşmek, bütün olmak… Tüm parçalarımla; güzel bir bütün. Seviyorum yaşamı, seviyorum seni, seviyorum beni…

Sen

Biliyorum yalnız bir yoldayım…

Sonunu göremediğim,

Zaman zaman ürperten sesli rüzgarların serinlettiği,

Gölgesi bol, güneşi kıvamında bir yol…

 

Zihnim, bedenim ve ruhumun ortak kararıyla,

Diz çöktüm yere;

Ellerimi kalbime dayadım…

Bir melekti dilediğim.

Bu yolda içimi ferahlatacak,

Yoruldukça bahar kokan bahçemize sığınacağımız,

Tertemiz bir yürekti ricam…

 

‘‘Sen böyle saf, böyle içten istersin; olmaz mı?’’

Oldu…

Sen geldin!

Hoş geldin!

 

Tanıyamadım ilk karşılaşmada,

Ama çekti beni varlığın.

Etrafında döner buldum kendimi

Ateşe yanan pervane misali…

‘‘Ölüm de olsa sonunda, sıcağında barınmaya ihtiyacım var,’’ dedim.

 

Hiç yakmadı biliyor musun alevin?

Sanki bana özeldi hararetin…

Sanki ancak biz göz göze değince

Yakmaz oluyordu kıvılcımların…

 

Seni dinlemek ve sana anlatmak,

Adım adım parçası oluyordu yolumun.

Sanki sana vuruyordu ay ışığım…

 

Şimdi izliyorum usulca,

Elbette çaktırarak…

Ama sen anlarsın beni,

Sen bilirsin kalbimi…

Sen görürsün içimdeki canı.

İşte Budur Yaşamak!

Eğlenerek yaşamak… Güne dans ederek başlamak, kalbine dokunan birinin sesini duymak, şarkının ritmine kendini kaptırmak, yaşamın dalga dalga üzerinden aktığını hissetmek… Kollarımla bir Y yaptım, hayatım değişti… Demem o ki; açık olduğumda hissettim yaşadığımı.

Yeni tatlar keşfe çıkanlarındır; yeni duygular kalbinin zincirini kıranların… Şans tanıdığım kadar varımdır anımda. Her şeyin ötesinde, diğer bir insana dokunmaktır hayatta olduğumun kanıtı. O çekimi hissetmek, omuz omuza düşünmek, uzakta da olsa sevdiğini bilmek, belki küçük bir mesajla anımsatmak sevildiğini ya da bir buket çiçek katmak gününe…

Ne de olsa birkaç saate kalmadan değişiveriyor yaşam…

Alice in wonderland 2Ne çok anlam arıyoruz yaptıklarımızda, soluduklarımızda, hissettiklerimizde… An dile gelip dese de ‘‘Keyfin yerinde işte, yaşa!’’ dinlemiyor, devamlı sorguluyoruz. Daha da derin, daha da gelişmiş hisler peşinde; ruhun tattığını heba edebiliyoruz.

Anladım ki o an, her şey ve herkes olması gerektiği haliyle, olabileceği yegani halinde sunuluyor bizlere. Olanı anlamak, fark etmek ve farkında olarak özgür seçimler yapmak… Bir dostumun dediği gibi, ‘‘Karşımdakinin nasıl davrandığı onun karması, benim nasıl karşılık verdiğim ise benim karmam.’’

Yolumuzun ana hatları belli, yan yollar ise bizim seçimlerimizle şekilleniyor. Gösterdiğimiz tepkiler ve davranışlarımız zamanla bizi tanımlar hale geliyor. Bunlar istek ve ihtiyaçlarımızı samimiyetle yansıtan seçimler ise, ne ala… Değilse, o zaman rahatsızlık, huzursuzluk, hazımsızlık hisleri başlıyor.

Bu noktada davranış ve alışkanlıkları değiştirmenin mümkün olduğunu bilmek umut veriyor. Tek gerekli olan ise farkındalık. Yaptıklarımızı neden yaptığımızı, hatta tam olarak ne yaptığımızı, bunun bizi ve çevremizdeki insanları nasıl etkilediğini fark etmek… Gerisi doğalından geliyor zaten…

Bir de süreci hızlandırmamak… Bir dostum anlattı; karpuzların çabuk büyümeleri ve çekirdeksiz olabilmeleri için kabak ile aşılıyorlarmış. Gerçekten vaktinden erken büyüyen ve çekirdeklerinden arınmış karpuzlar, sofralarımıza geldiğinde ise nerede karpuzun o leziz tadı, tam anlamıyla kabak tadı veriyorlarmış. Karpuz ancak o vakitte, o sabırla, o yoldan geçerek büyüdüğünde, ağzınızı sulandıran yaz tadına ulaşabiliyor.

Bu durumda sabretmek ve beklemekten daha güzeli var mı?

Bir Tutam Susuzluk

Bir tutam susuzluk var boğazımda,

Yüzüme vuran uslu rüzgarın kadife ellerine teslim ediyorum kendimi…

Hafifçe kayıyor başım,

Ardından tüm bedenim hiç ses çıkarmadan, uçarcasına süzülüyor yere…

Düşmüşüm,

Fark etmiyorum.

Çünkü sen varsın yanımda…

Ruhun tutmuş ateşten ruhumu;

Avucunun içine yayılmışım,

Keyfekeder gülümsüyorum…

 

Rengin kan kırmızı senin,

Nara da çalıyor göz kapakların…

Uyurken izliyorum seni,

Başında dikilmekten çekinmeden süzüyorum her zerreni.

Hem ürküyorum sana çekilmekten,

Hem de yana yana dönesim geliyor ekseninde…

Göğüs kafesimin orta yerinde

Kıpırdanıyor karıncalar;

Belki de kelebeğe dönecek tırtıllar.

‘‘Sabır,’’ diyor derviş;

‘‘Sabır aralığı görmenin tek yolu…’’

 

Düzinelerce şiir döşesem çam kokan yollarına,

Varsam ersem göğün denize karıştığı ufka.

Sorsan bana;

‘‘Nedir bu aşkını besleyen?’’ diye…

Göndersem seni billur bir aynanın önüne,

‘‘Bak… Ama benim gözlerimden gör aydınlığını,’’ desem…

 

(Cem Adrian – ‘‘Sen Benim’’ eserine ithaf edilmiştir.)

Dolunay

Senden akıyorum, aştığım nehirler bini buluyor…

Gözlerini anımsadıkça, kahkahalara gömülüyor yüreğim.

Sevdiğimi sandığım ne varsa,

Seninle aşka dönüşüyor!

 

Nasıl bir şeysin ki sen?

Neredeydin bugüne kadar?

 

Amaçsızca dehlizlerde geziniyordum ben.

 

Sesine, kaşına, gözüne hasrettim…

 

Sana söyleyemediğim ne çok kelime birikmiş içimde. Kendimden saklıyormuşum meğer hislerimi. Gözlerinin derinliğinde akarken keşfettim: Sabrın yanında, cesaret de varmış yaşamda. Kızdığını, kırıldığını belli etme cesareti… Gerektiğinde gitme, aldığın kararı sahiplenme, belirsizlikte yaşama cesareti…

Akıyorum bu gece… Nereye, ne amaçla, kiminle, ne önemi var? Kalbimde, geçtiğim yolların sızısı, kırgınlıklarımın tahriş olmuş izleri, yeni yerler keşfetmenin dehşet verici heyecanı; süzülüyorum. Fark ediyorum, geçmiş de gelecek de anımda hissettiğim kadar yanımdalar. Zannediyordum ki geçmiş gömüldükçe battığın bir yer, gelecek ise geldi sandıkça ileriye kaçan munzur bir çocuk… Oysa anıma karıştırdığım kadar etkiliymiş geçmişim de geleceğim de. Sandığımdan çok daha fazla söz sahibiymişim hayatımda. Ben bana aitmişim, haberim yokmuş…

Şaşırıyorum bunu düşündükçe. Nasıl insan kendini bu derece bağımlı zanneder seviyorum dediklerine? Ben ayrı var olabilirmişim… Masal gibi gerçekten. Ben hiçbir bağa muhtaç olmadan da yaşayabilirmişim…

Şimdi serüvenin adını koyma, çerçevesini çizme sürecindeyim.

Alevden bir top olmuş, içimi kavruk kavruk yakıyor yaşam aşkı. Gel-gitler azalıyor, olumsuzluklar silikleşiyor, anlık inançsızlıklar yerini tam teslimiyete bırakıyor… Son bir dilek diliyorum ayın parlaklığına sığınıp… O an anlıyorum; karanlık ancak karanlığı yutuyor, ışık ise geldiği anda tüm karanlığı yutup yok ediyor…

Dolunayıma doğru yoldayım…

alice and the moon

Sadece Sessiz ve Issız…

Sadece sevgiyi demledim yüreğimde;

Beğenmediğim hiçbir kelimeye yer vermedim seslenişimde.

Sessiz ve ıssız…

Kaldıkça, sana baktım,

Seni hissettim,

Sana yazdım…

 

Sen neresindeydin hayatın?

Kaç tesadüf kalmıştı kaderlerimizin kesişmesine?

Bilmeden, bilmeye gerek duymadan,

Yalnızca inandım…

 

Geçmişin bıraktığı ize baktıkça,

Şimdiki alevlerin farkını gördüm.

Yüreğimi kavuran bu çöl kurusu sıcakta,

Bir an serinlemeyi hayal ettim.

 

‘‘Sabır’’ diye haykırdı tüm sesler;

Sonra sen geldin,

‘‘Bekle’’ dedin…

 

Beklemeye sabrım var mıydı?

Seni beklemek sabrı öğrenmeye değmez miydi?

Bekledikçe sen içimde çığ gibi büyüyor muydun?

Senin için beklemenin tadı apayrı değil miydi?

 

Karar verdim!

Seninle çıktığımız bu yolda,

Bekleyecek, sabredecektim.

Artık biliyordum ruhlar hangi dünyada olurlarsa olsunlar, birbirlerini buluyorlardı…

Bunca yıl sonra ilk kez aşka dair bu kadar saf bir şeyi yazmak öyle yeni ki… Ne hissediyorsun diye sorulduğunda, aşk diyorum bir süredir… Yaşamaya, özlemeye, tatmaya, dans etmeye, saçmalaya, haz duymaya, öpmeye, koklamaya, yemeye, kahkaha atmaya, temasta olmaya, yüzmeye, gülümsemeye, kızmaya, kızmamaya, huzurlu hissetmeye, korkmaya, sevmeye ve her şeyin ötesinde sevilmeye açmışım… Şimdi ise aşığım…

Bir dostum sordu; ‘‘Alınmadıkça insanlardan uzaklaşmıyor musun?’’ Dedim ki, ‘‘Aksine… Alınmadıkça, olduğu gibi kabul ettikçe, olduğu gibi o insanı yaşadıkça daha yakınım insanlara…’’ Akıl almaz bir denklem bu yaşam gerçekten. Düşmekten korkup yıllarca adım atmıyorsun; sonra bir gün canın çok çekiyor, artık yeter diyerek adımı atıveriyorsun. Bir bakıyorsun ardından bir adım daha atıvermişsin. Adımlar adımları izlemiş, ne korku kalmış ne endişe… Bir bakmışsın koşuyorsun! Bir baktım koşuyorum…

Ne çok zaman geçirmişim korunarak, ne kalınmış kabuklarım, ne de uzakmışım yaşam pınarından….

Green owls