Bir ay şahit… Gözlerimi yumdum, hızla esti rüzgar. İnanç, esintisiyle okşadı yüzümü… Bir şeye inanmak… Her ne olursa olsun. Bir ruha, bağlantıda olduğumuza, sevdiğimize, sevildiğimize, kendim olduğuma, hayatı yaşadığıma, anımın değerine… Hiç bitmese bu üç noktalar… Hiç nokta olmasa… Ve sen hep başucumda benimle uyusan evren.
Bizi bir araya getiren yalnızca birkaç kelime… En gizemli yolculukları başlatan, yalnızca üç beş gülümseme. Niye varız ki bu hayatta cevabın içinde sevgi olmadıkça? Korkmak nereye kadar ve ne kadar?
Yeni öğrendim korkunun oturduğu koltuğun karşısına müzakerede çıkacak en güçlü rakibin sevgi olduğunu. İnsan her şeyi sevgiyle anlamlandırabiliyor ancak… Sadece ‘‘seni seviyorum’’lar değiyor tene. Diğer her şey kalkanlarımıza takılıyor.
Koruyoruz aslında kendimizi. Korkularla, öfkeyle, susarak, bazen çok konuşarak, bilemesek de ahkam keserek… Nedir bu kadar korunmaya muhtaç yapan bizi? Bu kadar mı hassas yüreklerimiz? Ben sevdikçe güçlendiğimi hissediyorum. Yalnızca maşuk ile değil; herkesle, her şeyle bunu hissetmek. Nefes alan, almayan her zerreyi aynı içtenlikle, aynı özenle sevmek. Bir şeyleri paylaşmak, yeni ruhlar tanımak, her damakta ayrı bir tat keşfetmek…
Bağlanmıyor bu gece cümlelerim bir sona… Hep üç noktalar kovalıyor peşim sıra. Belki de hiçbir şeyi bitirmeye hazır olmadığımdan… Ya da zaten her şeyin bitebileceğini bildiğimden. Ancak bittiğinde bitirmek istediğimden. O bitmeden korkum yüzünden erken bir sona varmak istemediğimden…
Ne geliyorsa önüme olduğu haliyle yaşamak istemem de bundan. Şahit olmak. Ay gibi geceyi gözlemek, bir izdüşümde sevdiğimin parmak izlerini yakalamak, belki de uzun süren beklemelerin tadına varmak ve kavuştuğum anlarda bir çocuk gibi sevinmek… Ne istediğimi bilmeden de istemeyi bilmek. ‘‘Yalnızca istiyorum,’’ diyebilmek…
Ne çok soru var insanların kafasında, ne yorgunluk! Bitmeyen sorgulamalar, bitmeyen mahkemeler, hep yargıya varan kararlar… Özeleştiri, önyargı, kınama, aforoz etme… Hep birilerini bir yerlerden dışlama… Özünde bir olan, aynı denizdeki buz kalıplarının şeffaf sınırlarını ayrışma sanması… Sancısı bol, sanrısı engin… Ne acı, ne acıklı!
Tüm bunlar neresinde bu ömrümün? Aşka yer var mı içimde? İçimi kavuran tutam tutam alevlerin bir adı var mı? Sevdiklerimin gözlerinde gördüğüm o derinliğin bir tanımı var mı? Ancak anda… O an, o bakışı yaşarken anlatabilirim ne hissettiğimi. İçinden geçip nasıl kalbe dokunduğumu… Bir ihtimal deli dersin, de ne olur… Delirmek aklımı başıma getirir belki…
tam delirelim ki, hayata hakkını vererek yaşayabilelim:)