Ruhun Aydınlığa Açılan Karanlığı

Karanlık, görmeyi bildiğinde, aydınlığın kaplamaya başladığı, yetişemediğinden ardında bıraktığı ama zamanla aydınlanacak küçücük bir alanmış meğer… Karanlığın içinden çıkmanın yegane yolu da kapkara olmakmış. Karanlığa ait parçalarına sahip çıkmak; kötülüğünü, kıskançlığını, korkularını, sessizliğini olduğu gibi kabullenmekmiş… O zaman kalp bir şekilde kendi kırıklarını usul usul onarıyormuş. Ne garip… Bunca zamanı canhıraş feryatlarla aydınlığa doğru kaçmaya çalışarak geçirdikten sonra, karanlığın içinde durup sabırla beklemenin de yettiğini öğreniyorum. Üstelik böyle sabrettiğimde, aydınlık arada bir yokluyor; kulağıma ‘‘Geliyorum bekle,’’ diyen fısıltısını yolluyor rüzgarla… O zaman dayanmak iyice kolaylaşıyor. Karanlık hissettikçe ağlıyor, bunalıyor, dertleniyorum… Ama kaçmadan o kara anın içinde yaşıyorum. Oradan öğreneceklerim olduğunu keşfediyorum. Karanlıktaki güzellikleri fark ediyorum… Tezatlıklara sarmalanmış büyülü gerçeklerle tanışıyorum.

Bir dost tavsiyesi kitap karanlığa bakışımı değiştiriyor… ‘‘Dark Nights of the Soul’’, Thomas Moore. Sonra başka dostlara kulak kabartıyorum… Onların anlatımından kendimi dinliyorum. Merhametleriyle sarıyorlar yaralı köşelerimi. Ben bile anlamıyorum oraları nasıl görüp hissettiklerini ama biliyorlar. Bir şekilde biliyorlar… Artık ben de inanıyorum bir şekilde bildiğime. Bu dönem hep tekrar ettiğim Zen deyişi; ‘‘Düşünmeyi ve konuşmayı bıraktığımda, bilemeyeceğim hiçbir şey yok.’’ Hissetmek… Önce hislerimle doğruyu bulmak, ardından denk gelirse anlamak. Pek çok öğretilen şeyin aksine, yaşam denen kısacık, budala, bir o kadar büyülü döneme tersinden bakmak… Zihnimi bir kenara koymak – ama unutmadan – ruhuma iyi bakmak – bloğumun ilk adını koyduğum gün içimin dediği gibi…

Bu dönemde en çok savaştığım şey de yargılarım… Hiç bitmeyen, derinlerden her daim yenisi çıkagelen sevgili yargıçlarım. Kendimi kırbaçladığım günlerim, başkalarını beğenmediğim anlarım, sevdiklerime kızdığım öfkelendiğim süreçlerim… Elbette her duygu insan için. Ama ne kadarı? Ve ne kadar süreyle? Ben yoruldum artık beklentilerle yaşamaktan, sevmeden önce yargılamaktan, beğenmeyi denemeden eleştirmekten, gerçekten beğenmediğimde saygı duyamamaktan, ‘‘O da değişsin, banane!’’ demekten… Dileğim ne biliyor musun? ‘‘O da kendi seçimi,’’ diyebilmek tüm içtenliğimle…

Sevgili dostum, karanlık korkulacak şey değilmiş meğer; karanlık duyamadığım seslerin yokluğuymuş, karanlık göremediğim güzellikleri saklayan çirkinliklermiş, karanlık sevgisiz kalmış korkan küçük bir çocukmuş… İçimdeki çocuğun elinden tuttuğunda içimdeki yetişkin, anladım artık korkmam gerekmediğini. Öğütlendiği üzere sev… Gerisi zaten geliyor…

Agactan suzen isik

Yazar: Şeyma Çavuşoğlu

Şeyma, Notre Dame de Sion Lisesi’ni bitirdikten sonra, Koç Üniversitesi’nde psikoloji okudu. Ardından La Salle Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında yüksek lisansını (M.A.) ve Lesley Üniversitesi'nde Yaratıcı Sanat Terapileri alanında doktora derecesini tamamladı. Detaylı bilgi için: www.seymacavusoglu.com

“Ruhun Aydınlığa Açılan Karanlığı” için 3 yorum

  1. Çok içten yazıyorsunuz. Sizi kendimde görüyorum, yazılarınızı iyi anlıyorum. hep böyle içten yazın.

    Şu aşağıda saydıklarımı yapan insan, hayata karşı ve insanlara karşı sevgi besleye bilir.

    İnsan kendi ihtiyaçlarını karşılayabildiğinde.
    Kendini yetkin olarak gördüğünde, bir işe yarıyor olarak gördüğünde.
    Kendi kararlarını hiç bir baskı olmadan verebildiğin de, verdiği kararların arkasında durabiliyor olduğunu gördüğünde.
    Kendi doğasına aykırı bi şekilde kendini engellemelere maruz bırakmadan hayatını devam ettire bildiğinde.
    Kendini değersiz hissetmiyorsa – bir insan kendini değersiz hissettin de, kendini olmadığı gibi göstermeye çalışır, kıskanç olur, büyüklenmeye çalışır, yıkıcı olur, değersizlik hissini yaşayan kişi içinde devamlı bir eksiklik, nedenini bilmediği bir kaygı yaşar.
    Kişi kendi hakkını bir başkasına yedirmediğinde, gerektiğinde gerekli şekilde kendini savuna bildiğinde.

    —–

    Ruh sağlığı yerinde insanın belirtileri şöyle olabilir, kişi açık olur konuşmalarında, yalansız dolansız olur (Savunma düzenlerine başvurmaz), sözü özü yaptıkları tutarlı olur, yeni girdiği ortamda hemen çocuklar gibi kaynaşmasını bilir. Sahte kişilikler geliştirmez, kendini olduğu gibi kabul eder, gerçekçi olur. Ruh sağlığımızı kendimiz ve toplumunda katkılarıyla zaman geçtikçe bozuyoruz bence.

    Hayatta ne öğrendik ne öğrenemedik.

    Biz büyükler çocuklar gibi hemencecik yakın ilişkiler kuramıyoruz, hayatı eğelenceli kılamıyoruz, ne hissediyorsak onu oracıkta söylemiyoruz, hep duygularımıza ket vuruyoruz. Neden yaşımız ilerledikçe yeni arkadaşlıklar kurmakta zorlanıyoruz. Bir birimize güvenemiyoruz.

    Biz büyüklerin çok değerleri var, değerlerimiz bizi bazen hapsediyor kendi içimize.
    Bizim birçok kriterimiz var ilişkilerde.

    Kendimizi açmaktan korkuyoruz, olduğumuz gibi göstermekten korkuyoruz, hiç doğal davranışlar sergilemiyoruz, içten değiliz, çoğunlukla kasılmakla geçiyor oturmalar, kendimizi karşı tarafa kabul ettirmek için yapılan konuşmalarla geçiyor.

    Toplumda bir güç sahibimi, değil mi ye bakıyoruz, ona göre birlikte olup olmamaya karar veriyoruz.
    Hep bir güç savaşı, hep bir değer görüp görmeme kaygısıyla ilişkilere şekil veriyoruz. Bir menfaatimiz varsa o ilişkiden yakalışıyoruz, menfaatler bittimi ilişkide bitiyor.

    Duygularımızı hep olduğunda farklı gösteriyoruz, duygumuzu açığa çıkardığımızda ne elde edeceğiz, ne kaybedeceğizi düşünerek duyguları erteliyoruz, sıkılmayı, utanmayı, çekingen olmayı öğrendik yaş ilerledikçe.

    Birilerini kırmamak için saf temiz duygularımızdan vaz geçiyoruz. Kırılmaktan korkuyoruz, incinmekten, kaybetmekten, reddedilmekten korkuyoruz. Korktuğumuz için yaklaşmıyoruz.

    Yalnız kalmamak için öylesine ilişkilerin içinde olmayı öğrendik. Birşeyler için birşeylere katlanmayı öğrendik. Kendimizi feda etmeyi öğrendik.

    Soru sormamayı öğrendik. Çocuk iken sadece doğruyu öğrenmek için sorular sorardık, bolca sorular sorardık, gittikçe sorularımızda azaldı, çok soru sormanın kötü olduğu bile söylendi. Sorularımızı çocuklar gibi soramaz olduk, her soru soruşumuzda, önyargılarımızdan arınamadan sorduk, bu soruyu sorsam acaba nasıl olur… çevremizden değer gördüğümüz kadar bilgi alır olduk. Soru sorarak gerçeği aramak yerine, toplumda sahte bir değer görmeye tercih ettik. Çoğunluk içinde sesizçe kalarak doğruları işimize geldiği gibi görmeyi öğrendik.

    Kendimizi birileriyle karşılaştırmalara girdik, tam iken eksik hissetmeyi öğrendik. İhtiyaçlarımızı karşılamak çok basit iken, ihtiyaçlarımızı hırs ve arzularımıza terk ettik. insan olduğumuzdan dolayı değerli iken değersizlik hissini öğrendik.

    Meğer büyürken ne çok şey öğrenmişik.

    Büyürken şunları öğrenememişik,

    Zamanın kısıtlı olduğunu sonsuz olmadığını, kalbimizde yaşadığımız sevgilerin ertelemeye gelmediğini öğrenemedik.

    Birilerini kırmıyayım derken kendimizi kırdığımızı, hayatımızda eksik birşeylerin kaldığının farkına varamadık.

    Duygularımızda çekingen olmayı, sıkılgan olmayı, utanmayı, yalandan saygılı olmayı kim öğretmişti, nasıl öğrenmiştim, bunu öğrenemedim.

    En değerli olanın, en rahat olanın, yalansız dolansız açık seçik davranmak olduğunu, kendimi hissettim gibi olmanın rahatlığını öğrenemedim. Doğal görünmek ne büyük rahatlık olduğunu öğrenemedik, hiç bir yarışın içinde olmadığının farkında olamadık.

    Kendimizi karşılaştırmalardan sıyıramadık, üstünlük mücadelesinden sıyıramadık, Olduğun gibi kabul edilmenin huzurunu yaşamanın tadını bilemedik.

    İhtiyaçlarımızı karşılamak çok basit iken, ihtiyaçlarımızı hırs ve arzularımıza terk ettik.

    Öğrenmenin yaşı yokmuş derler ya öğreniriz elbet öğrenmek istediklerimizi, ama çok geç kalmadan öğrenmek gerek.

    Kendimize verdiğimiz zararlar ağır bastığında elbet değişmek isteyeceğiz.

    Ben değişiyorum artık, değiştiğimi görmek güzel oluyor. Değişikliğin sonucunda ne olacağımı bilmekten korkmuyorum, nasıl karşılanacağımı düşünmüyorum.

    Büyüklerin neden iyi arkadaşlıklar kurmakta zorlandığını alıyorum artık.

    Ben Iyi arkadaşlıklar kurmak istiyorum.

Yorum bırakın