Sanat Terapisi Nedir ve Nasıl Uygulanır?*

Sanat Terapisi gittikçe daha yoğun ilgi gören güncel psikoterapi yaklaşımlarından biri. Sanat Terapisi’ni tanımlamak için, öncelikle Dışavurumcu Sanat Terapileri ya da Yaratıcı Sanat Psikoterapileri olarak adlandırdığımız geniş çatının altında olduğunu belirteyim. Dışavurumcu Sanat Terapileri, her türlü sanat dalının psikoterapide kullanımını içeriyor. Örnekleri, Müzik Terapisi, Dans ve Hareket Terapisi, Yaratıcı Yazı Terapisi, Şiir Terapisi gibi çeşitlendirilebilir. Sanat Terapisi ise görsel sanatların psikoterapide kullanımına odaklanıyor. Dolayısıyla Sanat Terapisi ifadesini duyduğumuzda aklımıza heykel, kolaj, çeşitli boyalar ile üretim, ebru sanatı, hamur ve kil gibi malzemelerin terapötik kullanımı geliyor. Amerikan Sanat Terapisi Derneği, bu alanı şu şekilde tanımlıyor: “Sanat Terapisi, ruh sağlığı ve insanlara hizmete dair çalışmalar yapan bir meslektir. Aktif sanat üretimi, yaratıcı süreçler, uygulamalı psikoloji teorisi, ve psikoterapötik ilişki içerisindeki deneyimler ile bireylerin, ailelerin, ve toplulukların hayatlarının manevi zenginliğini arttırır.”

Sanat Terapisi her ne kadar yeni bir alan olsa da, aslında insanın sanat aracılığıyla kendini ifade edişi çok uzun yıllar önceye, ilk mağara resimlerine dayanıyor. Sanat, kültürlerin içinde, bir çeşit ifade biçimi olarak insanlık tarihinde her daim karşımıza çıkıyor (Acosta, 2011). Bunun en önemli sebebi, sanat üretiminin insanın temel biyolojik ve davranışsal eğilimlerinden doğması (Dissanayeke, 1988). Üretmek insanın içgüdüsel olarak ortaya çıkardığı bir ifade biçimi. Kısaca, sanat bir dil (Allen, 1995).

Sanat Terapisi, sanat ve psikoloji alanlarını birleştiren ve her iki alandan beslenen bir yaklaşım. Sanatın kişiyi yaratıcı tarafıyla etkileşime geçiren ve sözel ifadenin zor olduğu noktalarda alternatif bir dışavurum aracı sunan yapısı, psikolojinin alan açan ve kişinin iyi hissetmesi için bu alanı tutan altyapısı ile birleşiyor. 1940 yıllarında Sanat Terapisi’nin annesi olarak anılan Margaret Naumburg, Amerika Birleşik Devletleri’nde ileride Sanat Terapisi olarak anılacak alan hakkında ilk yazıları yayınlamaya başlıyor. O dönemlerde alan psikanalitik yaklaşımın etkisi altında ve bu ilk adımlar günümüzdeki psikodinamik yaklaşımlı Sanat Terapisi’nin temellerini atıyor. Aynı dönemlerde Edith Kramer da “terapi olarak sanat” yaklaşımı ile Sanat Terapisi alanının köklerini tanımlıyor (Malchiodi, 2003). Zamanla Sanat Terapisi alanındaki literatür ve çalışmalar arttıkça alan genişliyor ve bugün bildiğimiz şekline bürünüyor.

Sanat Terapisi’nde kullanılan sanatsal yaratımın terapötik işlevi, sanatın kapsayıcılığından ve sezgiselliği davet eden doğasından geliyor. Sanat, ifade bulmayı bekleyen durumu, bir kabın sunulan nesneyi taşıyışı gibi tutuyor. Dışa vurulan ve sanatsal bir dille ifade bularak karşımızda duran o duygu, olay ya da kişi, artık daha farklı bir mesafede algılanabiliyor. Böylelikle anlamı dönüşüyor ve içgörüye evriliyor. 

Donald Seiden, sanatsal yaratım sürecinin evrelerinden bahseder ve bu aşamaları Mihaly Csikszentmihalyi tarafından tanımlanan akış sürecine benzetir (2014). Seiden bu evreleri hazırlık, keşif, tanımlama, adanma ve yorumlama olarak adlandırır. Yaratma sürecine niyet eden kişi öncelikle yaratıcılığıyla teması davet eden bir hazırlık aşamasından geçer. Örneğin, yazı yazmak için masa başına oturmadan önce doğada bir yürüyüş yapmak iyi gelebilir. Kişi hazır hissettiğinde, zihni ve duyuları keşfe çıkar. Çevresinde ilgisini çekenleri ve zihninde oluşan yeni imgeleri biriktirir. Bunlar bir araya geldiğinde kişi hepsinin birleşimiyle veya içlerinden seçtikleriyle devam etmek istediği yolu belirler. Netlik bazen içsel bir bilgi olarak gelir. Kişi o an için sebebini bilmeksizin bir imgeyi çizmeye karar verebilir. Bu, sanatın sezgisellik ile buluştuğu anlardan biridir. Ardından, kişi kendini seçtiklerinin izinde yaratım sürecine adar. Bu süreç sona erdiğinde ise ortaya çıkan ürün ile yeni anlamlar oluşur.

Yaratım süreci ve yaratıcılık yolcuğu her zaman yukarıdaki aşamalarda anlatıldığı gibi düz bir doğru olarak ilerlemez. Bazen kişi bir aşamada daha uzun zaman kalabilir. Burada önemli olan gereğinden fazla bir evrede takılı kalınmamasıdır. Bu noktada sanat terapisti iyi bir gözlemci ve yaratıcı sürece hakim bir şahit olarak, yaratım yolculuğundaki kişiye hem sanata dair teknik bilgisiyle hem de terapötik anlamda destek verir. Bu destek bazen uygun sanat malzemesini bulmak, bazen yaratımı destekleyecek bir yönerge vermek, belki soru sormak, bazen de yalnızca o kişinin yanında durmak olabilir. Sanat Terapisi, kendini sürece bırakmayı ve yaratıcılığı yakınında tutmayı gerektirir. Böylelikle yeni anlamlar gelişir ve kişi seçim şansı olduğunu fark eder. 

Sanat Terapisi, her yaştan birey ile uygulanabilir. Elbette, çalışılacak konulara ve popülasyona göre sanat terapistinin kendini geliştirmesi önemlidir. Örneğin, travma ile çalışmak hassasiyet ve bu konuya dair doğru bilgi birikimi ile deneyimi gerektirir. Travma ile yapılacak uygulamalarda yöntemin uyarlanması gerekir. Aynı şekilde çalışılan yaş grubuna göre Sanat Terapisi yönergeleri değişir. Bu yönergelerin anlaşılır ve ulaşılır olmaları sürecin daha kolay akmasına yardımcı olur. Bu noktada süpervizyon ve eğitimin öneminin altını çizmek isterim. Ne yazık ki Sanat Terapisi alanında henüz ülkemizde yüksek lisans programı bulunmuyor. Ancak Sanat Psikoterapileri Derneği’nin çabalarıyla düzenli sertifika eğitimleri açılıyor. Bu eğitimler sanat terapisi uygulayıcıları yetiştiriyor. Yani sanat terapisti değil, sanat terapisini işinde uygulayan kişiler yetiştiriyor. Yüksek lisans programlarının açılacağı günü sabırsızlıkla beklerken, bu gibi sertifika eğitimleri alanda duyulan ihtiyacı karşılamaya çabalıyorlar.

Özetle, Sanat Terapisi alanının önemli isimlerden biri olan Pat B. Allen’ın dediği gibi, “çizmek, o şeyin özünü tanımanın yollarından biridir (1995, sayfa 23).” Bir başka deyişle, çizmek yaşananı anlatmanın yollarından biridir. Sanatın, insanın kendini ifade etmek için kullandığı dillerden biri olduğunu vurgulayan Sanat Terapisi, bu dili gelişmek, dönüşmek ve iyileşmek için yola çıkmış kişilere sunuyor. Bu yolculukta bazen rehber, bazen yol arkadaşı olma rolü de sanat terapistine düşüyor.  

Sanat Terapisi – Malzeme Örnekleri

Kaynakça

American Art Therapy Association (AATA) The Profession. http://www.arttherapy.org

Allen, P. (1995). Art is a way of knowing. Shambhala.

Expressive Media (Producer: Acosta). (2011). Art Therapy: A Universal Language for Healing [Video file]. Retrieved from Academic Video Online: Premium database. 

Dissanayake, E. (1988). What is art for? University of Washington Press.

Malchiodi, C. A. (Ed.). (2003). Handbook of art therapy. The Guilford Press.

Seiden, D., & Davis, A. G. (2014). Art works: How making art illuminates your life. Ganesha Books.

*Bu yazım, öncelikli olarak KUYU Dergisi Kasım 2020 sayısında yayınlanmıştır.

Yeni Bir Kavramla Tanışmaya Ne Dersiniz? ~ Eşgörü (Equanimity)

Eşgörü nedir? görmek mümkün mü?

Bilinçli farkındalık ya da fark’andalık olarak Türkçeleştirdiğimiz mindfulness kavramı ve uygulamaları günümüzde oldukça yaygınlaştı. Çeşitli alanlardaki araştırmalar, mindfulness’ın, hem bir oluş hali, hem de günlük yaşamı etkileyen bir beceri olarak, insanların iyiliğine ve refahına katkı sağladığını gösteriyor. Mindfulness pratiği içeriğinde bilinçli olarak anda olanı gözlemlemeyi ve an içerisinde var olan her şeye açık, ılımlı ve nazik bir tutumla yaklaşmayı kapsar. Aslında, mindfulness ile çok yakın ilişkide olan, hem onu besleyen hem de ondan beslenen bir hal daha var: Eşgörü (equanimity).

Bazı kaynaklar eşgörüyü, sükunet veya dinginlik olarak Türkçe’ye çevirir. Ancak equanimity kelimesinin Sanskrit dilindeki karşılığı olan upeksha ve Pali dilindeki karşılığı olan upekkha kelimelerini eklerine ayırdığımızda, göz ve görmek anlamına gelen heceleri barındırdıklarını görürüz (Boccio, 2018; Cheng & Tse, 2014; Desbordes et al., 2015; Hadash, Segev, Tanay, Goldstein & Bernstein, 2016). Bu bağlamda düşünüldüğünde, Türkçeleştirirken görme halini içeren eşgörü kelimesi belki de sükunet ve dinginlik kelimelerinin anlamlarını da kapsayan daha geniş bir hali anlatmaya yarar.

Nedir eşgörü (equanimity) ve neden mindfulness konuşurken bahsi geçer?

Eşgörü dendiğinde daha çok Budist Psikoloji literatürü akla gelir. Budist yaklaşım, eşgörüyü her türlü deneyimde korunan önyargısız duruş olarak tanımlar ve her hali – yaşanan, hissedilen, gözlemlenen, şahit olunan, karşılaşılan, öğrenilen, duyulan – kabul edebilmeyi getirdiğini anlatır (Cheng, 2015; Desbordes et al., 2015; Maher & Cordova, 2019). Bu durağan bir kabul ediş değildir. Eylemden bağımsız, olanı olduğu haliyle görebilme durumunu anlatır. Eyleme geçmek ya da geçmemek o an sizin vereceğiniz bir karardır. Eğer eşgörü ile yaklaşıyorsanız, attığınız adımı da kabul edersiniz. Bir başka deyişle, odak sonuçtan ziyade süreçtedir. Daha da önemlisi, süreci nasıl deneyimlediğimizdedir. Hani Budizm’de denir ya, eğer önünde yürümen gereken bir beş kilometre varsa, o mesafeyi yürüyeceksin. Ama seni sen yapan o yolu nasıl yürüdüğündür. Eğer eşgörü ile yürüyebilirse insan, o zaman yol, olabilen en rahat şekilde geçer; çünkü yolda yaşanan zorlayıcı duygu ve deneyimler oldukları gibi görülebilir ve onlarla eş zamanlı olarak iç dengenin varlığı da içeride hissedilebilir.

İçinden geçtiğimiz günler ne çok bilinmezlik ve öngörülemezlik barındırıyorlar. Ama bu da bir yol. İçinden geçmekte olduğumuz, geçeceğimiz bir yol. Peki biz bu yoldan nasıl geçiyoruz?

Mindfulness pratiğine aşina olanlarınız, eşgörü halinin mindfulness ile ne kadar iç içe geçmiş olduğunu fark edecektir. Aslında alanda yapılan araştırmalar da mindfulness ve eşgörüyü birlikte değerlendirmeye başladılar. Mindfulness, Doğu felsefelerindeki meditasyon, yani önyargısız, bilinçli bir biçimde gözlem yapma halinin Batı dünyasındaki ismi (Kabat-Zinn, 1994). Eberth, Sedlmeier ve Schafer (2019) tarafından geliştirilen PROMISE Modeli’ne göre de içgörü ve eşgörü, mindfulness pratiği ile gelişen iki edinim. Kişi, bilinçli bir farkındalıkla yaklaştıkça, daha derinden fark ediyor ve deneyimleri oldukları halleriyle görebilmeye başlıyor.

Bir başka ilginç araştırmaya göre ise eşgörü, güven duygusunu ve özşefkati besliyor. Araştırmacılar Maher ve Cordova (2019), romantik ilişki içinde olan 29 çiftle çalışmışlar. Araştırmaya kabul edilme şartlarından biri, çiftlerdeki partnerlerden en az birinin uzun süreli ve düzenli bir meditasyon pratiği olmasıymış. Çiftlere uygulanan mindfulness ölçeği (Five Facet Mindfulness Questionnaire) sonuçlarına göre meditasyon pratikleri onlarda farkındalıkla davranma halini ve içsel deneyime karşı yargısız, tepkisiz olabilmeyi geliştirmiş. Araştırmacılar, gelişen bu iki unsuru eşgörünün yapıtaşları olarak tanımlıyorlar. Araştırma sonuçlarında, eşgörü pratiği gelişmiş olan katılımcıların çift olarak ilişkide hissettikleri güven duygusunun daha yüksek olduğu ve özşefkat seviyelerinin de eş oranda geliştiği görülmüş. Bir başka deyişle, eşgörü hali güven ve şefkat duygularını destekliyor. İşte tam da bu sebepten, bugünlerde eşgörüyü konuşmanın belki de tam zamanı.

Eşgörüden bahsederken, bazen şu sorulur: Peki, eşgörü halini geliştirmek demek, örneğin günümüzde bizi derinden etkileyen pandemi sürecinde, korku, belirsizliğe karşı kaygı, sıkıntı yaşamamak mı demek? Bu sorunun zihinlerde oluşma ihtimaline karşı şu bilginin altını çizelim: Eşgörü, eylem, duygu ve düşüncelerimizden bağımsız bir hal. Aksiyonlarımız, yaşadıklarımızın bizde uyandırdığı duygular, kafamızın içinde dönen düşünceler elbette olacak. Sadece, tüm bunları yaşarken, düşünceleri kendi içlerinde sınıflandırmadığımız, duyguları yargılamadığımız, bazı hallerimizden dolayı kendimizi veya başkalarını yargılamadığımız bir içsel huzur ve denge hali bulabilir miyiz? Yani eşgörü çerçevesinden bakmayı deneyebilir miyiz?

Hayat, inandığımız ve bize doğru gelen değerler doğrultusunda yaşamaya gayret ettikçe anlamlanır (Hayes, 2016). Ancak, bu yaşam gayretinin içinde huzurlu ve dengede hissederek var olabilir miyiz? Belki düşünce veya duyguların peşinde sürüklenmeden, belki de sürüklendiğimizde bunu fark ederek, bilinçli bir farkındalık (fark’andalık) ile yeniden kendimizi ana, elimizde tek gerçekten olana davet ederek yaşananları görebilir miyiz?

Eğer McRae (2013) tarafından tanımlandığı gibi eşgörü (equanimity) sevgi temelli ilişkilerin merkezinde ise, ve Young’ın (1994) söylediği gibi eşgörü, sevgi duygusu ile çok yakın bir ilişki içinde ise, acaba eşgörüye alan açmak bugünlerde daha güvende ve şefkat dolu hissetmemize yardımcı olabilir mi?

Bir An

Kaynakça

Boccio, F. J. (2018). Calm within: Cultivating equanimity in the face of life’s ups and downs, and find deeper access to joy. Yoga Journal, 300, 25-28.

Cheng, F. K. (2015). A qualitative study of Buddhist altruistic behavior. Journal of Human Behavior in the Social Environment, 25, 204-213. doi: 10.1080/10911359.2014.966220

Cheng, F. K., & Tse, S. (2014). A bodhisattva-spirit-oriented counselling framework inspired by Vimalakirti wisdom. International Journal of Dharma Studies, 2(6), 1-52. doi: 10.1186/s40613-014-0006-9

Desbordes, G., Gard, T., Hoge, E. A., Holzel, B. K., Kerr, C., Lazar, S. W., . . . Vago, D. R. (2015). Moving beyond mindfulness: Defining equanimity as an outcome measure in meditation and contemplative research. Mindfulness, 6(2), 356-372. doi: 10.1007/s12671-013-0269-8

Eberth, J., Sedlmeier, P., & Schafer, T. (2019). PROMISE: A model of insight and equanimity as the key effects of mindfulness meditation. Frontiers in Psychology, 10, 1-16. doi: 10.3389/fpsyg.2019.02389

Hadash, Y., Segev, N., Tanay, G., Goldstein, P, & Bernstein, A. (2016). The decoupling model of equanimity: Theory, measurement, and test in a mindfulness intervention. Mindfulness, 7(5), 1214-1226. doi: 10.1007/s12671-016-0564-2

Hayes, S. C. (2016). Acceptance and commitment therapy, relational frame theory, and the third wave of behavioral and cognitive therapies. Behavior Therapy, 47, 869-885. http://dx.doi.org/10.1016/S0005-7894(04)80013-3

Kabat-Zinn, J. (1994). Wherever you go there you are: Mindfulness meditation in everyday life. New York, NY: Hachette.

Maher, E. L., & Cordova, J. V. (2019). Evaluating equanimity: Mindfulness, intimate safety, and relationship satisfaction among meditators. Couple and Family Psychology: Research and Practice, 8(2), 77-89. doi: 10.1037/cfp0000119

McRae, E. (2013). Equanimity and intimacy: A Buddhist-feminist approach to the elimination of bias. Sophia, 52, 447-462. doi: 10.1007/s11841-013-0376-y

Young, S. (1994). Purpose and method of Vipassana meditation. The Humanistic Psychology, 22, 53-61.

Bu Gece

Dolunay… Ayın ihtişamı ve doğanın gücü karşısında devleşmiş egolarımızın kendilerinin farkına vardıkları bir dönemden geçiyoruz gibi hissediyorum. İnsanlık, ne olduğu ve ne olmadığı ile yüzleşiyor. Çok fazla söze gerek yok gibi gelse de, bir yandan bazı sözler öyle anlamlı, önemli ve iyileştirici geliyor ki. Sevgi gibi. Söyledikçe, yaşadıkça varlığı çoğalan, içi dolan, anlam kazanan kelimeler. Kendine nazik olmak gibi. Dünya kavrulurken, içine akseden yangına bir bardak dolusu şefkat serpmek gibi. Dehşet içinde izlediğin haberlerden, bu dönemi kendini sararak yaşamayı örnekleyen varlıkların canlı yayınlarına şahitlik etmeye geçtiğinde…

Bu aslında bir ana davet. Anda olandan başka hakikat olmadığına bir vurgu. Her anın pespembe olmadığına bir işaret. Ana davetin, anda kalmanın, zaten yaşamakta olduğun anın içinde olduğunu fark etmenin, bir koşulu olmadığına dair bir hatırlatma. An, içinde her ne barındırıyorsa, onu olduğu gibi fark etmek… Fark ederek nefes alıp vermek. Fark ederek yazmak ve konuşmak kelimeleri. Fark ederek geçirmek gününü. Kırılgan, somurtkan, kırgın, hassas, dişli, kavruk, başına buyruk, üstün körü parçalarımızın her birini tek tek, ve zamanla hepsini birlikte kucaklayarak yaşamak. Sanırım, ancak o vakit, belirsizlik diye tarif ettiğimiz ağırlığın hafiflediğine şahit olabiliyoruz. Aktif bir kabul halinde olduğumuzda… Sermek değil asla. Çabalamak. Yürütmek. Yürümek bu yolda. Daha iyi olsun diye gayret etmek. Ve bırakmak. Kalbinin bildiği o noktada inandığına devretmek. Anda olanı bilmek. Bilerek yaşamak. Belirsizliği bilmek. … Belirsizliği bilmek. … Belirsizliği bilemeyeceğini bilmek.

IMG_6188

Mindfulness Günlüğü’nden Bir Sayfa

Hep bir eksiklik duygusu. Ne tam olursa olsun, bitmek bilmeyen bir eksiklik… Bir yerde okumuştum, ihtiyacımız olmayan şeylere asla doyamayız diye. Bundan mı acaba? Hep eksik hissetme hali… Hayallerimiz gerçek olduğunda dahi neyin olmadığına odaklanma. Bilmeden, bildirmeden… Olanın keyfini hakkınca süremeden. Debelenmeye başlama. Devrik, öznesiz, fiilsiz … şekilsiz cümlelerin arasında sıkışmış gibi hissetme.

Bu günlük doğduğundan beri inişlerin, çıkışların … binbir geceye yayılmış masalsı hallerinden geçti kalbim. Bugün şunu söyleyebiliyorum: Her günüm şu ana kadarki ömrümün en güzel günü. Bunu söyleyecek rahatlıktaki kalbime, nasıl oluyor da eksik hissettirebiliyor sevgili zihnim? Acaba bu eksiklik hissi aslında bir düşünce mi? His zannettiğim, his kadar yoğun ve kuvvetli bir biçimde kendini hissettirebilen bir düşünce… ‘Hmmm…’ diyor belki de zihnim, ‘Bakalım ne eksik? Evet, buldum! Şimdi oraya odaklanalım! O kadar odaklanalım ki, saralım Şeyma’nın dört bir yanını! Hmmm… Ve evet, bizden ibaret sansın her şeyi…’ Mesela… Böyle mi acaba sevgili zihnimin monologları?

Peki, mindfulness ne diyor bu noktada? Ne yapmalıyım şimdi?

Önce bir nefesimi hatırlayayım. Olağan halinde nefesim şu an ne vaziyette? Derin değil, fark ediyorum; neredeyse almayayım diye ayak diretiyor. ‘Neden ki?’ sorusu zihnime teğet geçiyor. Nedenine odaklanacakken, kendimi yazdığım yazıya geri çekiyorum. Kollarımın alt kısmı yazı yazarken masaya sürtmekten acımış meğer, bir an onu fark ediveriyorum. Pozisyon değiştiriyorum. Bu sefer odağım yazıdan kayıyor. Geri dönmeye çalışıyorum, nefesi yine unutuyorum…….

Bilmem tarif edebildim mi? Karışıyor, karmaşıklaşıyor… Anlamaya çalıştıkça daha da zorlaşıyor gibi geliyor.

Derin bir nefes. Bu defa nefesimi bilinçli olarak derinleştiriyorum. Derinleştirmek beni sakinleştiriyor. Bir an… duruyorum …. Gözlerimi kapıyorum. Kalbim atıyor. Nefes aldıkça göğüs kafesim inip çıkıyor. Ellerim yazmaya devam etmek istiyor. İçimden fırlayan kelimeleri zamanlıca aktarma arzusu geçiyor… Gülümsediğimi fark ediyorum, istemsizce. Dindikçe, yüz kaslarım da kendilerini bırakıyorlar. Alnım açılıyor. ‘Bir an…’ diye geçiyor bu defa içimden, ‘girdapta gibi hissettim kendimi…’ Neyse ki buluyorum bir fener. Adına şimdilik mindfulness (bilinçli farkındalık) pratiği diyorum. Biliyorum, evriliyor. Biliyorum, her gün yeniden şekilleniyor. Biliyorum, rengi her dem değişiyor.

e2f30375-4228-436d-8299-71bba6d8adae

Mindfulness-Temelli Sanat Terapisi Atölyesi

Tarihlere dair bilgi almak için bana e-posta (seymacavusoglu@gmail.com) ile ulaşabilirsiniz. Atölye, çevrimiçi yürütülmektedir.

Mindfulness (bilinçli farkındalık) kavramını, Doğu felsefinden esinlenerek Batı toplumlarının yaşamına taşıyan Jon Kabat-Zinn, mindful (bilinçle farkında) olma halini, yargısızca, anda, bilinçli ve belirli bir biçimde odaklanma şeklinde tanımlar (Kabat-Zinn, 1994). Budist öğretilerde mindfulness, kişinin kendini anda olmaya adaması olarak betimlenir (Epstein, 2008). Bu hal, her an farkında olmayı, hatta farkında olunduğunun da farkında olmayı beraberinde getirir. Psikoloji alanında yapılan araştırmalar, günlük mindfulness uygulamaları yapmanın yaşam kalitesini arttırdığını (Cheng, 2015), ve kişiyi kısır döngüsel iç konuşmalardan ve ataletten çıkmaya teşvik ettiğini göstermektedir (Leary & Tate, 2007).

Mindfulness pratiğine eşlik eden ve derinleştirmeyi sağlayan etkenlerden biri, kişinin yaratıcılığı ile olan ilişkisini geliştirmesidir. Yaratıcı süreçte hayata yaklaşımını, duygusal durumunu ve zihin akışını gözlemlemek, kişinin farkındalığını arttırır. Sanat terapisi, kişiyi yaratıcı sürece davet ederek, sözel ifadenin ötesinde bir gözlem imkânı sağlar. Yaratım, mindfulness yaklaşımı ile birleştirildiğinde, yaşam tarzına dönüşebilecek ya da hayatın akışı içerisine taşınabilecek farkındalık temelli becerilerin gelişeceği alanı sunar. Özellikle, farklı sanat malzemeleri (kolaj, boya çeşitleri, doğal malzeme, çeşitli kağıtlar, üç boyutlu nesneler, vb.) kullanarak, kişinin içsel algısını dışa vurması ve var olanla sanatın sağladığı platformda buluşması farkındalık oluşumunu destekler. Böylelikle mindfulness pratiği, yaratıcılığın desteği ile deneyimlenir (Rappaport & Kalmanowitz, 2014).

Mindfulness-temelli sanat terapisi yaşantı grubunun amacı, katılımcıların yaratıcı sürece girecekleri alanı yaratmak ve bu süreçte çalışmak istedikleri konulara dair farkındalık oluşturmalarını desteklemektir. Katılımcılara, oluşan farkındalıklarını mindful bir yaklaşım ile ele almalarını kolaylaştıracak bir ortam sunulur. Yaşantı grubu içerisinde meditatif mindfulness pratiğinin yanı sıra, bedensel farkındalık ve yaratıcı süreçle temas üzerinde durulur. Katılımcılar, bu grup içerisinde edinecekleri veya derinleştirecekleri mindfulness pratiklerini ve yaratıcı parçaları ile temaslarını günlük hayatlarına taşıma konusunda yüreklendirilirler.

Grup, 18 yaş üzeri, yaratıcı tarafı ile temasa geçmek isteyen, mindfulness pratiğinin ne olduğunu öğrenmeyi veya devam eden pratiğini derinleştirmeyi dileyen tüm katılımcılara açıktır. Grubun kolaylaştırıcısı Dr. Psikolog Şeyma Çavuşoğlu’dur.

Grup katılımından önce okunması önerilen kaynaklar:

  • Amado, S. (2017). Ruhuna pansuman: Kendi duygusal ilkyardım çantanı tasarla. Ceres Yayınları.
  • Atalay, Z. (2018). Mindfulness: Şimdi ve burada bilinçli farkındalık. Psikonet Yayınları.
  • Cameron, J. (1992, 2002). Sanatçının yolu. Butik Yayıncılık.
  • Coelho, P. (2010). Simyacı. Can Yayınları.
  • Kabat-Zinn, J. (1994) Neredeysen orada ol: Şimdide kalmanın yolları. Kuraldışı Yayıncılık.
  • Levine, S. K. (2021). Poiesis: Psikolojinin dili ve ruhunuzun söyledikleri. Sola Unitas.
  • Thoreau, H. D. (2014). Zeplin Kitap.

Seyma Mandala 2019

Yeni Kitap

Yeni bir başlangıçtır her dönemeç… Eksilenler ve eklenenler eş gider hayatta. İşte hayatımın bu dönüm noktasında da eksilen anılar bir kitap olarak eklendiler hayatıma. Minnettarım! Yanımda olan, fiziksel ve manevi elimi tutan tüm varlıklara… sonsuz teşekkürler! Kitabımın adı ‘Dışarıda/Out’. Hem Türkçe, hem İngilizce şiirler, Gün Yayıncılık ile birlikte, sizinle buluşmak için hazırlandılar! Edinmek isteyenler, internet üzerinden satışa çıktığını da bu vesileyle buradan duyurmuş olayım.

Sevgiyle, huzurda kalmanız dileğiyle.

Seyma book photo

İzin

Yeni bir sene geldi, değil mi? Geldi ve ilk dolunayını bile yaşattı… Gelenlerin yanında gidenler de oldu elbette. Her zamanki gibi, ve bir o kadar da her zamankinden farklı. Acının ve tatlının sadece damakta bir esinti olduğunu öğretir gibi. Dostun da, düşmanın da hayatındaki bir varlık olduğuna tanıklık eder gibi. Gitmeden, adım atmadan, o yörenin kokusu burnuna çalınmadan, tam olarak anlayamayacağını bilmek gibi. Anladığının bir de idrak süzgecinden geçmesinin zaman aldığını bilmek gibi. Beklemek gibi. Sakin, çoğunlukla sessiz, soruldukça yanıtlayan, bilmediğinin daha da ayrımında olan bir ses gibi. Ben gibi. Sen gibi. Acıların bizi yakın kıldığı ve bir oluşumuzu gün yüzüne çıkardığı gibi. Sevgili dostlar, hayaller ve gerçekler diye ayırmadan yaşanabilir mi hayat? Olan olduğunca hayırdır, kalp bunu bilir, peki zihin kalpten var olmamıza izin verir mi? Belki iznin zihinden gelmediğinin idrakidir sırrımız. O izin aslında benden, senden, bizden gelir. Ve kalp her zaman bilir. Yeter ki kalpte durabilelim…

d8b648b6-7dd8-4def-94e2-ff0e0b5f56b5

Memnun

İçimdeki memnuniyetsizlik geniyle nasıl baş etsem bilemedim. İki ileri, bir geri ritmine alışmışken, birdenbire gerisin geri bu yağmur bulutunun altında nasıl buldum kendimi? Devrik cümleme selam olsun! Biliyorum, her şey eskisi gibi değil. Hissediyorum, daha çabuk sıyrılıyorum yağmurun ıslaklığından. Farkındayım, bir seviyede biliyorum aslında mutluluğun dışsal etkenlerden bağımsız olduğunu.

Şifa… Kalbin dinginliğidir. Aşk… Huzurun içinde yok olmaktır. Ve sevgi, her an, her şeyin içindedir. Her nefeste solur, soluduğunu fark etmez ama onunla yaşamına devam edersin. Oksijenimsidir. Mesela bitkiler sevgi üretir. Ağaca sarılırsın, ciğerlerine oksijen dolar. Seversin sevildikçe, çünkü samimiyetle sevmeyi öğrenirsin masumca sevenlerden.

İnsan her an gelişebilen bir varlık. Neticede her yaşadığımız da bu gelişmeye katkı sağlasın diye var. Harika, öyleyse… NE-DEN bu memnuniyetsizlik?

Geriye tek bir soru kalıyor: Kabul edebiliyor musun? Kendini etkisiz eleman gibi hissetmeden, her yaşadığını olduğu gibi kabul edebiliyor musun? Vereceğin cevabı senin duyman kâfi. Benim ya da bir başkasının duymasına veya onaylamasına asla ihtiyacın yok. O yüzden samimiyetle yanıtla kendine. Kabul edebiliyor musun?

Bir dostum öğretmişti, bir rivayete göre cennet kapısının önünde Rıdvan meleği dururmuş; Rıdvan rıza kelimesi ile aynı kökten geliyor, razı gelmek, razı olmak… Cehennemin kapısında kim var, biliyor musun? Malik meleği… Kelime kökü, mal, mülk… Sahip olmak… Daha çok, benim, hepsi benim olsun… İşte dünya tuzakları böyle kuruluyor. Cennet de cehennem de bu dünyada diyenler, buradan yola çıkarak konuşuyorlar sanırım. Kalbin razı ise kendinden, cennettesin bu dünyada. Zihnin daha çoğu için hırslandıkça, cehennemden farksız hayatın. Ve sonuç, memnuniyetsizlik…

Sordum ya, neden bu memnuniyetsizlik? İşte kendime cevabım: Hiçbir şey yetmediğinden, zihnim durmadan her anın içine daha ne katabileceğimi tasarladığından, bitmek bilmeyen bir tüketim zinciri içinde döndüğümden… Kendime sesleniyorum, duyuramıyorum: Bırak artık debelenmeyi ve böylece aksın rızanın zarif ziyafeti… Nam-ı diğer, memnuniyet. Çünkü çabalamayı elden bırakmayacak bir dengede razı geliyorsam KENDİMDEN, razıyım her varlıktan, dünyadan, şarttan… Ve sıkı dur kalbim, MEM-NU-NUM! Memnun kelimesinin köküne git… Mamnun yani minnet; bir adım ilerisi minna yani ihsan, lütuf. Lütuf demek, önem verilen birinden gelen güzellik (TDK Büyük Türkçe Sözlük). Sonuç, bence memnuniyet, kendine değer veren, güzellikle özüne, doğasına yakın duran insanın hali.

IMG_4295

Madem ki…

Çok istedim, elim hep geri gitti. Zor bir dönemdi, zor bir yargıydı… Ve aşk kazandı. Birçok insanın gözünün dolduğu, kalp sızlatan anlar yaşandı. Sonunda yaşamla, doğayla, varlıkla olan sevgi halim büyüdü, irileşti, kocaman oldu, kapladı gönlümü. Artık başka hiçbir şeyin titreşimimi eş değerde etkileyemediği bir hale girdim. Bu da mutluluk, biraz huzur, biraz da aşk işte. Madem ki açık konuşmaya niyet ettik, yazılan her şey kalpten çıksın, kelimeler aksın merak edenin, soran araştıranın, bulmak isteyenin yoluna birer inci olarak düşsün.

Karmaşık senin cümlelerin, dediler. Kime yazıldı bu şiirler, diye inlediler. Sanırım her yazanın rastlaştığı bir tutam cümleden ibaretti bu yaşananlar. İyi ki de yaşandılar. Güçlendirdiler. Şimdi biliyorum, yazmadan durmak istemiyorum. Yazmadığım günlerde kelimelerin hasretiyle yanıp tutuştuğuma şahidim. Uzun cümleler, kısa kelimeler, birbirinin ardına saklanmış tümceler, bin bir çeşit harf… Hepsi biricik, hepsi tılsımlı.

Şimdi geri geldim. Yazdıklarım burada dursun, istediğinde okursun. Ama dursunlar. Dünyada her şeye ve her canlıya yer olduğu gibi, benden gelen kelimelere, harflere de yer var. Elbette. Bunu anlamam birkaç yıl sürdü. Olsun. Anladım. Bak artık kısa cümleler de kuruyorum.

Biliyor musun, ne öğrendim? Herkesi mutlu edemiyorsun. Hatta kimseyi mutlu etmek senin yükümlülüğün değil. Denersin, mutlu olsun diye adım atarsın, seversin, sevdiğini dağlara taşlara yazarsın, gözünün içine bakar, ihtiyaç duyduğunda sırtını sıvazlarsın, o ayrı. Ama sen sadece kendinden mesulsün. Sonra da dünyanın geri kalanından. Karışık değil mi? Nasıl netleştirsem? Bağlısın, sen ‘biz’ diyebileceğimiz bir bütünün parçasısın. Attığın her taş, bu bütünde bir titreşim, yankı, dalgalanma etkisi yaratıyor. Bu yüzden çok önemlisin. Kendini iyi etmeli, ruhuna iyi bakmalısın. –Meli, -malı desem de, anla işte. Sen değerlisin. Çok değerlisin. Bu değeri sen bilebilir, sen sahiplenebilirsin. Başka hiçbir canlı senin adına senin değerini biçemez. O yüzden mutluluğuna da, sevincine de, hüznüne de karar verecek olan sensin. Lütfen bunu bir düşün. Değdiğini zamanla sen de göreceksin.

Bencilce düşünme ama olur mu, daha sevgi dolu bir yerden bak bu duruma. Başkalarına değer ver; kendi değerini de sahiplenerek…

Bir dahaki buluşmaya dek, ruhuna iyi bak.

Sabırla, Azimle, Aşkla…

İçimden akıp giden inanılmaz bir aşk taşıyor. Yıllardır tutsak etmişim duygularımı içime. Yaşıyorum sanırken, her gün yeni bir şeyleri kilitlemişim parmaklıkların ardına. Upuzun bir kule yapmışım. Rapunzel’i okumuşum ya, duygularımın saç salmalarına bile izin vermemişim. Oysa duygu dediğin, özgürce, hele korkusuzca yaşanınca, nasıl da dopdolu bir şeymiş. Anlatması bile zor inan. Anlatmak belki de mümkün değil yaşamamış olana. Ama anla işte. Yazının ritmini hisset damarlarında. Nasıl hoplatıyor içini her kelimenin zihnine dokunması. Öyle düşün. Her harf bir dokunuş olsa, ne çok uyarıldın bu geçen upuzun cümlede. İşte tam da böyle bir şey yaşamak. Her an, her dokunuşta, her serzenişte, her temasta kendini bulmak. Yeniden, yeniliklerden kaçmadan, her kapıdan gireni olduğu gibi kucaklayarak… Aman tanrım! Nerelerden uçurmak o uçurtmayı, bilmediğin bin bir rüzgara eşlik etmek yemyeşil çayırlarda, kumlara basıp ayaklarından akan elektriği bırakmak okyanusun yerle bir eden dalgalarına, güç bulmak kahkahanda, özgürce dinlemek en sevdiğin şarkıları…

İşte ben böyle gecelerdeyim bu aralar. Her şey saniyelik dokunuşlarda değişiyor, ama temel hep aynı. Mutluluk değil bunun ortak paydası. Ne biliyor musun? Emin olma hali… O nasıl bir halse? Bilmek işte; ‘yaparım’ demek, ‘hallederiz’ diyebilmek; daha da ötesinde ‘halledemesek de, düşsek de kalkarız’ diyebilmek. Bilmek ucunda ölüm de olsa, ölmenin de doğal olduğunu.

Bu noktaya kolay gelmiyor elbet insan. Bunun yolu da sevdiceğim insanlardan, yaratılmış o güzel canlardan geçiyor. Kendini bilen, özüne sahip çıkan insanlardan öyle çok şey öğrendim ki… Canları sağ olsun. Dünyayı onlar kurtaracak bence. Bu kadar karanlığın, acının, sızının, umutsuzluğun tutsağı olan deneyim ve ilişki varken, saflık uzak gelebiliyor insan bilincine. Oysa o kadar yakınımızdaki o çocuksu tavırlar. Serbest bırakılmış tek bir kahkahaya bakıyor… Bulaşıveriyor anında. Bir de keyifli, kıpır kıpır bir parça çalıyorsa… Başla hafif hafif kafa sallamaya, bırak oynasın ayağın senden bağımsız… Her şeyi, hatta hiçbir şeyi kontrol edemezsin bu dünyada. İlikleme artık önünü, kalk ayağa dans et içinden geldiği gibi. Kendin ol. Hiçbir eleştiri, hiçbir bakış, hiçbir zorunluluk senin sen olmandan kıymetli değil ki; çünkü bu dünya ancak sen ve ben ve herkes kendi oldukça aydınlanıyor. Unutma, hiçbir karanlık azıcık aydınlığa dayanamaz. Bir yaksan ucundan, gerisi gelecek. Seni korkutan, geride tutan ne varsa; o atlayışı zorda kalınca yapandan dinle; atla, gitsin!

Sen inandığın her şeyi yapabilirsin! Biz inandığımız her şeyi var edebiliriz. Sabırla, azimle, aşkla…

Kalp ritmi