Memnun

İçimdeki memnuniyetsizlik geniyle nasıl baş etsem bilemedim. İki ileri, bir geri ritmine alışmışken, birdenbire gerisin geri bu yağmur bulutunun altında nasıl buldum kendimi? Devrik cümleme selam olsun! Biliyorum, her şey eskisi gibi değil. Hissediyorum, daha çabuk sıyrılıyorum yağmurun ıslaklığından. Farkındayım, bir seviyede biliyorum aslında mutluluğun dışsal etkenlerden bağımsız olduğunu.

Şifa… Kalbin dinginliğidir. Aşk… Huzurun içinde yok olmaktır. Ve sevgi, her an, her şeyin içindedir. Her nefeste solur, soluduğunu fark etmez ama onunla yaşamına devam edersin. Oksijenimsidir. Mesela bitkiler sevgi üretir. Ağaca sarılırsın, ciğerlerine oksijen dolar. Seversin sevildikçe, çünkü samimiyetle sevmeyi öğrenirsin masumca sevenlerden.

İnsan her an gelişebilen bir varlık. Neticede her yaşadığımız da bu gelişmeye katkı sağlasın diye var. Harika, öyleyse… NE-DEN bu memnuniyetsizlik?

Geriye tek bir soru kalıyor: Kabul edebiliyor musun? Kendini etkisiz eleman gibi hissetmeden, her yaşadığını olduğu gibi kabul edebiliyor musun? Vereceğin cevabı senin duyman kâfi. Benim ya da bir başkasının duymasına veya onaylamasına asla ihtiyacın yok. O yüzden samimiyetle yanıtla kendine. Kabul edebiliyor musun?

Bir dostum öğretmişti, bir rivayete göre cennet kapısının önünde Rıdvan meleği dururmuş; Rıdvan rıza kelimesi ile aynı kökten geliyor, razı gelmek, razı olmak… Cehennemin kapısında kim var, biliyor musun? Malik meleği… Kelime kökü, mal, mülk… Sahip olmak… Daha çok, benim, hepsi benim olsun… İşte dünya tuzakları böyle kuruluyor. Cennet de cehennem de bu dünyada diyenler, buradan yola çıkarak konuşuyorlar sanırım. Kalbin razı ise kendinden, cennettesin bu dünyada. Zihnin daha çoğu için hırslandıkça, cehennemden farksız hayatın. Ve sonuç, memnuniyetsizlik…

Sordum ya, neden bu memnuniyetsizlik? İşte kendime cevabım: Hiçbir şey yetmediğinden, zihnim durmadan her anın içine daha ne katabileceğimi tasarladığından, bitmek bilmeyen bir tüketim zinciri içinde döndüğümden… Kendime sesleniyorum, duyuramıyorum: Bırak artık debelenmeyi ve böylece aksın rızanın zarif ziyafeti… Nam-ı diğer, memnuniyet. Çünkü çabalamayı elden bırakmayacak bir dengede razı geliyorsam KENDİMDEN, razıyım her varlıktan, dünyadan, şarttan… Ve sıkı dur kalbim, MEM-NU-NUM! Memnun kelimesinin köküne git… Mamnun yani minnet; bir adım ilerisi minna yani ihsan, lütuf. Lütuf demek, önem verilen birinden gelen güzellik (TDK Büyük Türkçe Sözlük). Sonuç, bence memnuniyet, kendine değer veren, güzellikle özüne, doğasına yakın duran insanın hali.

IMG_4295

Madem ki…

Çok istedim, elim hep geri gitti. Zor bir dönemdi, zor bir yargıydı… Ve aşk kazandı. Birçok insanın gözünün dolduğu, kalp sızlatan anlar yaşandı. Sonunda yaşamla, doğayla, varlıkla olan sevgi halim büyüdü, irileşti, kocaman oldu, kapladı gönlümü. Artık başka hiçbir şeyin titreşimimi eş değerde etkileyemediği bir hale girdim. Bu da mutluluk, biraz huzur, biraz da aşk işte. Madem ki açık konuşmaya niyet ettik, yazılan her şey kalpten çıksın, kelimeler aksın merak edenin, soran araştıranın, bulmak isteyenin yoluna birer inci olarak düşsün.

Karmaşık senin cümlelerin, dediler. Kime yazıldı bu şiirler, diye inlediler. Sanırım her yazanın rastlaştığı bir tutam cümleden ibaretti bu yaşananlar. İyi ki de yaşandılar. Güçlendirdiler. Şimdi biliyorum, yazmadan durmak istemiyorum. Yazmadığım günlerde kelimelerin hasretiyle yanıp tutuştuğuma şahidim. Uzun cümleler, kısa kelimeler, birbirinin ardına saklanmış tümceler, bin bir çeşit harf… Hepsi biricik, hepsi tılsımlı.

Şimdi geri geldim. Yazdıklarım burada dursun, istediğinde okursun. Ama dursunlar. Dünyada her şeye ve her canlıya yer olduğu gibi, benden gelen kelimelere, harflere de yer var. Elbette. Bunu anlamam birkaç yıl sürdü. Olsun. Anladım. Bak artık kısa cümleler de kuruyorum.

Biliyor musun, ne öğrendim? Herkesi mutlu edemiyorsun. Hatta kimseyi mutlu etmek senin yükümlülüğün değil. Denersin, mutlu olsun diye adım atarsın, seversin, sevdiğini dağlara taşlara yazarsın, gözünün içine bakar, ihtiyaç duyduğunda sırtını sıvazlarsın, o ayrı. Ama sen sadece kendinden mesulsün. Sonra da dünyanın geri kalanından. Karışık değil mi? Nasıl netleştirsem? Bağlısın, sen ‘biz’ diyebileceğimiz bir bütünün parçasısın. Attığın her taş, bu bütünde bir titreşim, yankı, dalgalanma etkisi yaratıyor. Bu yüzden çok önemlisin. Kendini iyi etmeli, ruhuna iyi bakmalısın. –Meli, -malı desem de, anla işte. Sen değerlisin. Çok değerlisin. Bu değeri sen bilebilir, sen sahiplenebilirsin. Başka hiçbir canlı senin adına senin değerini biçemez. O yüzden mutluluğuna da, sevincine de, hüznüne de karar verecek olan sensin. Lütfen bunu bir düşün. Değdiğini zamanla sen de göreceksin.

Bencilce düşünme ama olur mu, daha sevgi dolu bir yerden bak bu duruma. Başkalarına değer ver; kendi değerini de sahiplenerek…

Bir dahaki buluşmaya dek, ruhuna iyi bak.