Hayatın Sırrı

Masada boş bardaklar, kafalarda boş meraklar… Hayatın tadı ancak kendini o ana bıraktığında çıkıyor. Gitmek isteyen birini zorla tutamayacağın gibi, akan bir hayatı da ancak kendini akışına bırakarak yaşayabiliyorsun. Hayat ne senin istediğin yerde duruyor, ne de istemediklerini bünyesinden çıkarıyor. Hayatı kendine uydurmaya çabalamak ve binlerce planın düzensiz ilerleyişi içinde kaybolmak yerine, hayatın ritmini kalbinde hissetmek çok daha kolay ve zahmetsiz.

Acıları da yaşamak gerekiyor bu süreçte, korkuları, duraklamaları, kararsızlıkları, sevgi çıkmazlarını ve bir sürü olumsuz diye nitelendirilen hayat deneyimini… Ama işin eğlenceli yanı, bu eksilere kapını açtığında, içeri binlerce olumlu şeyinde giriyor olması…

İnsan kararsızlıkların efendisi bana göre… Hep bir şüphe, hep “daha iyisi var mıdır” sorusu, hep bir korku… O zaman eksik kalıyor hayat. Adam gibi yaşanamıyor…

En iyisi olanı olduğu anda, olduğu gibi kabullenmek ve hayatın senden bağımsız bir akışı olduğunu kabullenmek…

Birçok adam var içini dökmeyi başarmıs, şarkılarda, şiirlerde, hikayelerde kendini bulmuş… Onlara bak mesela… Anlarsın rahatlığın, kendini ve hayatı rahat bırakmaktan geçtiğini.

Bir düşünsek aslında kendimizi ve sevdiklerimizi endişelerimizle ne çok yorduğumuzu…

Bu kadar ciddiye alırsan hayatı, elinden kayıp gidiyor sıkıca tutmaya çalıştığın herşey…

Bir de uzlaşmak çok önemli bir yer kaplıyor bu hayatta. Bu dünyayı, bu şehri, bu sokağı paylaşmak zorunda olduğumuz onlarca insanla geçinebilmenin tek yolu uzlaşmak… Biraz senden, biraz benden, biraz ondan ve sonuç “biz”… “Biz” varolduğu sürece yalnız kalmazsın, “biz” olduğu sürece endişe etmene gerek kalmaz…

Hayat, yaşayabildiğin sürece, yaşadığını hissettirecek insanlarla paylaşabildiğin kadar var bana göre. Ve biz, “biz”i var edebildiğimiz sürece gülümseyebilir, sevişebilir, aşık olabilir, dostluğu hissebilir, yaşayabiliriz bu dünyada.

Hayatın Yarısı Dolu mu Boş mu?

Hepimiz bir köşesinden tutmaya çalışıyoruz hayatı. Uğraşıp duruyoruz… Birileri bizi sevsin, birileri tanısın, birileri gurur duysun, birileri desteklesin, birileri takip etsin diye… Aslında yalnızlıktan kaçıyoruz. Ve kaçınılmaz sonu engellemeye çalışıyoruz.

Hepimizin korkuları var, beklentileri var, kaçtıkları var, hayalleri var… Tüm bunların içinde ulaşılmazları eleyip, ulaşılabilirlerin en güzellerini katmaya çalışıyoruz hayatımıza.

Merak ediyorum bir roman yazsak kendimizi anlatan, ne koyardık adını… Ya da ne olmasını isterdik adının?

Bizi çeken, hayata bağlayan, içimizde kelebekler uçuşturan ne var? Duygular mı, para mı, zeki hissedeceğimiz cevaplar bulmak mı? Nedir bizi yürüdüğümüz yolda yürüten güç?

Merak ediyorum, bazen boşlukta kaldığınız oluyor mu? Ne yöne gideceğinizi bilemediğiniz… Sersemlediğiniz… Tutunacak dal ararken, aslında kendi kendinizi boğduğunuzu hissettiğiniz…

Öyle zor olmamalı hayat. Kimse için… Daha basit olmalı cevaplar… Daha kolay ulaşılır olmalı mutluluk… Aslında bunu karmaşık ve zor hale getiren bizleriz ve düşünmeye ara veremeyen zihinlerimiz…

Daha çoğunu, daha az zamanda yapabilsek keşke. Ya da uzun zamana yayarak yaptıklarımızı gerçekten isteyip istemediğimizi bilebilsek. Emin olabilsek kendimizden, hislerimizden, yaptığımız işlerden… “Eleştriye açığım” derken samimi olabilsek keşke… Ve hep elimizde olmayanı görmek yerine, elimizdekilere odaklanabilsek. Sevebilsek keşke sahip olduklarımızı… Fazlasına ihtiyaç duymadan, var olanla yetinip, mutlu olabilsek.

İnsan doğası bu… En “hırs yapmam” diyenlerde bile vardır bir iç çekme, elindekileri eksik görme, aklına takma… Kimisi geçiştirmenin yolunu bulmuştur bu iç çekmeleri. Kimisi ise durmadan irdeler, meraklanır, mutsuz olur…

Ben huzur istiyorum hayatımda. Yetebilmesini istiyorum şimdiye kadar yaptıklarımın, elde ettiklerimin, bana verilenlerin, hayatıma kattıklarımın… Dolu görmek istiyorum bardağın yarısını… Ama merak ettiğim, büyürken eleştriyi öğreniyorsak ve genlerimizde eksik olana odaklanma meyili varsa, kafamızı bardağın boş yarısından uzaklaştırmak ve dolu kısmını görmek ne derece mümkün?