Rüyalar, Hayaller ve Düşünceler

Sözlerin bittiği bir yer var rüyalarımda. Korkular başlıyor sınırı geçtiğimde. Ne yöne baksam kendimden bir parçanın yanında bana ait olmayan tuhaf bir oluşum görüyorum. Kanser gibi. Başta pembe diye zararsız sandığım, sarıldıkça ve alıştıkça griye bürünen rahatsız edici bir manzara. Neden düşünüyorum böyle şeyleri; onu da bilmiyorum. Küçüklüğümden beri her insanı, nesneyi analiz eden minik bir ben var içimde. Huy dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Zaman zaman aşırı yorucu bir hal alan sorgulama kapasitem aslında pek çok alanda işime de yarıyor. İlişkilerimi kuvvetlendiriyor, etrafımdaki insanlara bir şeyler katmamı sağlıyor ve en önemlisi hayatımı kazanmamda destek veriyor. Belki de bu yüzden benliğimi olduğu gibi kabul etme çabam. İnanıyorum ki değiştirmeden önce olanı olduğu haliyle özümsemek gerekiyor. Eğer bütünü ve parçaları iyice tanıyamazsam, parçaların bütünü meydana getirirken nasıl ilişkilendiklerini de çözemem. İşte o zaman esaret başlar ve gidişata teslim olmaktan başka çarem kalmaz.

Hayallerim ise rüyalarıma hiç benzemiyor. Hayallerimde hep bir ideal var. Olması gereken bir iş, aşk, düzen ve ben… Sanırım bu dönemde tıkandığım yer tam da burası. Rüyalarda cebelleştiğim geçmiş ve değişim çağrısı, hayallerimle buluşamıyor bir türlü. Hayallerimi gerçekçi seviyeye çektiğimde mutsuz hissediyorum. O yüzden yastığa başımı koyduğumda ya da yalnız evde pineklediğimde hep olağanüstü güçlere sahip bir ben hayal ediyorum. İçimdeki süper kahraman fantezileri canlanıyor. Oysa rüyalar bilinçaltımın karanlık dünyasından besleniyorlar. Orada süper güçler yok. Orada yalnızlık, zaman zaman terk edilmişlik, ulaşılamamışlık, utanç, kin, korku ve ürperti var. Önemsiz sandığım ama aslında beni ben yapan onbinlerce endişe kaynağı…

Sonra düşünceler devreye giriyor. Hayallerimi dizginliyor, rüyalarımı abartılı buluyorlar. Bu düşünceler günlük alanımdaki işlevselliğimi sağlıyorlar. Bir nevi denge getiriyorlar yaşamıma ve algıma.

Bir de hislerim var. Onlar her yerde… Rüyaların da hayallerin de düşüncelerin de efendisi duygularım. Can damarım.

 

 

 

 

 

Bütün anlarım, duyguların çatısı altında, rüyaların karanlık yüzü, hayallerin aşırı pembe maskesi ve düşüncelerin gerçekliği arasında dönüp durmakla geçiyor. Sonra bir an geliyor ve fark ediyorum; aslında yaşamın ta kendisi cebelleştiğim. Bu algımla, savaşım bitecek ve ben huzurlu bir noktaya geleceğim sanısı yok oluyor. O zaman gerçeğin tam ortasında durduğumu anlıyorum.  Bu anlam bana ne ifade ediyor? Bunu henüz bilemiyorum. Ama en azından yaşadığımı hissettiğim bir salise yakalamış oluyorum. Ve kendime hatırlatıyorum; ‘‘En uzun yol bile tek bir adımla başlar.’’

Bir Gülümseme Yeter mi?

‘‘Her arayışta olan amaçsız değildir, özellikle geleneksel olanın ve bilinen tanımın ötesindeki gerçeği arayanlar…’’ Mona Lisa Smile

Hazır olan ve geçmişin dayattığı kalıplara sıkıştırılmak bir çok insan tarafından içinden çıkılmaz mecburi yön olarak algılanır. Merak ettiğim bu geleneksel yolu kırmak gerçekten mümkün mü?

İnsanlık tarihinin gelişimine baktığımızda, pek çok şeyin zamanla aşıldığını ve değiştiğini görebiliyoruz. Ama yaşadığımız günün şartları içinde düne göre farklı yaşamak o kadar da kolay gözükmüyor. Değişimin ancak nesillere ve uzunca bir zamana yayılarak yerleşebileceğini biliyoruz. Ancak o büyük tabloyu küçük adımlarımızda görmek yine de zor geliyor.

Hem toplumsal hem de bireysel olarak alışkanlıkları yenileri ile şekillendirmek, bazı kavramları yeniden inşa etmek ve asla mümkün olmayacağına inandığımız özgürlüklere yelken açmak keyifli, tedirgin edici ve sürükleyici. Ben bu büyük dönüşümün ilk adımının Michael Jackson’un Man in the Mirror şarkısında dediği gibi aynaya baktığınızda gördüğünüz kişiden başlayacağına inanıyorum. Eğer ben, geldiğim ailenin alışkanlıklarının dışına taşabiliyorsam, yeni bilgiye aç ve öğrenmeye hevesliysem, bir de edindiğim birikimi yeni doğruları biçimlendirmek için kullanabiliyorsam hala umut var demektir.

Bir an için gözlerimi kapatıp hayal etmem gerekiyor. Geleceğimi ve geleceğin de ilerisini… Orada ne görmek istiyorsam onu hayalimde şekillendirdiğimde yüzümde bir gülümseme oluşuyorsa farkında olmadan, o zaman tüm çabaya ve göz yaşına değer demektir.

Yalnız tek bir paragrafta açıklanabilecek kadar basit bu süreç öyle çabuk ve dertsiz geçmeyecek. Her değişim yeni bir doğum kadar sancılı ve acılı olacak. Belki de bu yüzden insanlar değişmek yerine var olanı sahiplenmeyi seçiyorlar. Kolaya kaçmak değil, canlarının acımasını önlemek amaçları.

Tüm endişelerimi, korkularımı ve gece yastığa başımı koyduğumda midemi bulandıran hisleri geride bırakmak için önce onlara kucak açmam gerekiyor. Değiştirmek istediğim şeyler de bugünkü beni oluşturan parçalardan bazıları. Kendimi olduğum gibi gördükten sonra ancak farklı olmasını istediğim yönleri tespit edebilirim.

O zaman ilk hedef olanı olduğu haliyle benimsemek. Ardından taşları oynatmak ve yeniden yerleşmelerini hafif tereddüt yüklü bir heyecan ile beklemek. Belki o zaman bende de bir Mona Lisa gülümsemesi yeşerir.

Duygular Tabu Olduğunda

Bu kadar mutlu hissederken bir anda çökmek normal mi?

Tabu saydığım o kadar çok duygu var ki. Neredeyse kendime hissetmeyi yasaklayacağım. Sanki bir an dünya dursa ve tüm tetikleyiciler donsa, ortada kalacağım.

Bahsetmesi bu denli keyifli olan ve yaşaması bir o kadar zor olan duygudan başka ne var ki?

Yazdığım her şey o kadar boş geliyor ki… Yazmadan durmak da imkansız. Çıkmazdayım.

Belki de bazı geceler yalnızca durmak için var. Nereye gittiğini anlamaya çalışmadan durduğun yeri benimsemeyi denemek… Üç noktalarla biten cümleler kurmak… Gerekli gereksiz birçok kelimeyi art arda sıralamak… Ve onlardan anlamlı bir cümle çıkmasını beklemek. Tıkanmak böyle bir şey olsa gerek.

Bazen fark ediyorum içimden dışarı akmak isteyen bir şeyler var ama şey kelimesinden başka onları betimleyecek sözcük bulamıyorum. Sevdiğim ve ruhumu yaşatan şarkılara dönüyorum böyle gecelerde. Bir de anlamsız bulmaktan korkmadan yazmaya devam ediyorum. Bir ortak ya da bir yandaş arar gibi gözlerimi dikiyorum çıkan cümlelere. Aslında tek bir yer var olmak istediğim. Neresi olduğunu anlatamadığım; anlatırsam büyüsü kaçacak diye korktuğum…

Uyanmanın anlamsızlığından uykum kaçıyor. Madem sabah bana gülümsemeyecek hiç uyumamak en iyisi diyorum. Ama göz kapaklarım direnemiyorlar ellerimin arasından kayan sessizliğe. Uykuyla uyanıklık arasında sıkıştığım o anlarda, bir yüz canlanıyor baktığım yerde. Bana doğru gelen çocuk yüzlü bir adam seçiyorum karanlığın ortasında. Işığı açmak istiyorum ama göz yaşlarımdan utandığımdan kımıldamıyorum. Ben duygularımla hiç barışamayacak mıyım?

Barış deyince aklımda canlananları okuyabilen öyle az insan kaldı ki hayatımda. Onlara da ulaşamaz oldum nicedir… Belki de anlamamaktadır çözüm. Bana göre olmasa da alışmaktır aslında ihtiyacım olan.

İnsan sevmediği renklerde döşenmiş bir odaya nasıl alışabilir ki?

Yaşam da böyle değil mi?

 

Gitmeyeceğim. İnat ettim. Çözeceğim. Yıllarımı da alsa, sonunda o noktaya ulaşacağım. Debelenmek böyle bir şey işte… Dalgalarla savaşmak da olsa ucunda, bir açıklama alana dek pes etmeyeceğim.

 

Bugünlerde sadece nefes almakla yetinen bedenim artık var olmak istiyor hayatımda. Biliyorum.

 

Gerçeküstü Optimizm

Sessiz kalma sözü verdiğim geceleri hatırlıyorum. Bu gece onlardan biri değil. Bu, hafızamı zorlayarak geçmişe lanetle, bugüne uzak ve geleceğe tuhaf baktığım bir gece. Yaşadığım toplumda her şeyin bu denli üstü kapalı yaşanmasından duyduğum rahatsızlık yanımda, kendime kızıp duruyorum. Bu kadar zamandır istediklerimi hep bir çekinceyle gerçek kılmış olmak, yüzümdeki oluşmak üzere olan gülümsemeyi kırıyor.

Beğendiğim, hayranlık duyduğum, aklına güvendiğim tüm zeki insanlardan gittikçe uzaklaştığımı hissediyorum. Gözümün içinden tek bir gözyaşı fışkırıyor. Yanağımdan aşağı akmasına dahi tahammülüm yok! Silip atıveriyorum.

Ben ne zaman bu kadar gaddar oldum? Hangi mevsimdi beni mevsimsizleştiren? Neden hep bu soğuk kış rüzgarları?

Hayatı olduğu gibi tutmayı denemekten vazgeçemedim. Bana sunulan güzellikleri hep yutkunarak kabul ettim. Ödüllerimde bile bir başarısızlık korkusu vardı. Ben hep hata yapmaktan kaçtım. Sanırım, en büyük hatam da buydu.

Kendimle yüzleştiğim dapdar dünyamdan beslenmeğe uğraştım. Oradan gelecek ilhamla, kelimeler türetmek istedim. Oysa yaşam pınarından nasiplenemeyen o dar girdapta, susuzluktan başka duygu yoktu içime yansıyacak. İşte ben bu yüzden hep açlığımı ve terk edilmişliğimi yazdım.

Kendi kendime sırlarla çevrelediğim bu senaryoda neye inandıysam çağırdım ve var ettim. Sevilmiyorum dedikçe sevilemeyen biri oldum. İstenmiyorum dedikçe çağrılmaz oldum. Ve en kötüsü başarısızım dedikçe çalışmayı bıraktım ve elbette başaramadım.

Neydi yaşadıklarından aldığı keyfi daimi kılanların bildikleri ve benden sakladıkları? Bu kadar zor muydu teselliyi kabullenmek ve bu kadar ürkütücü müydü paylaşmak? Ne yalanmış istemek… İnsan istediğini zaten sessizce ve usulca alırmış. Bağıranlar istediğini sanan ama aslında yaşamdan kaçanlarmış. Ben de onların yanında debelenip durmuşum.

Şimdi kayıp hissediyorum. Bir gün bir yerinden tutacağımı bilsem de hayatın, bugün erteliyorum. Bu da bir tercih elbet. Başlamamayı seçmek de cesaret istiyor. Garip bir cesaret üstelik… Ödlekliğin ardına saklanmış, sırıtan, namussuz ve bereketsiz bir cesaret.

Eskiden tek bir ‘‘en doğru’’ olduğuna inanırdım. Şimdi ise ‘‘herkesin doğrusu kendine’’ diyebiliyorum. Belki de yaşamaya başlamadığımı zannetmek bile yaşam ile kurduğum bir bağ. Bugüne dek ‘‘sen yoksan ölürüm’’ diyerek bağlanan ben, artık ‘‘varlığım bana emanet, sen onu besleyensin’’ diyebiliyorum.

Anlamadın değil mi? Al benden de o kadar… Zaten anlasam anlayacaklar.

 

Kağıt Kesiğinden Hallice

”Güven kağıt gibidir. Bir kere buruşturduğunda, asla eski düzlüğünü geri kazanamaz.”

Siliyorum sanki kendimi hayatımdan. Giderek azalan bir varlık gösteriyorum tüm deneyimlerde. Dalmalarım çoğaldı, ruhum ve dilim asla bir değil, analizi durmuyor beynimin ve ben çok yorgunum. Sığınacak bir kalp bulsam, bir sonraki günü dahi düşünmeden atacağım kendimi kollarına.

Yardım almamayı seçiyorsun dediler bugün bana; illa kendim bulacağım diye diretiyormuşum. İnanmıyorum ki anlayacaklarına. İnanmıyorum ki bu zift kalbin sancısına katlanabileceklerine. Sessiz, suskun yaşamın başlamasını bekliyorum; her beklediğim an kayıp gittiğini bile bile…

Döktüğüm göz yaşları tonlarca tanımını hak ederken; hiçbir yerde bulamıyorum aradığım … Ne arıyorum ki ben? Sahi ne yapıyordum ben bu bunalıma girmeden önce? Tam olarak neresindeydim hayatımın? Öyle bir sisle kaplıyor ki bu ruh hali insanın algısını, gerçekten soyutlanıyorsun dünyadan ve yaşamaktan. Ruh gibi derler ya; öyle gezip duruyorsun, gülüp duruyorsun, içip unutuyorsun…

Kelimelerden başka dostu kalmayan ne çok şair, yazar olduğundan bahseder edebiyatçılar. Acıyla eriyip tükenmeden miden, hazmedemezsin kelimelerin gücünü derler. Haşa benzetmek değil asla denediğim kendimi o büyük insanlara. Bir umut, belki yalnızlığımı yaşadığı yalnızlıkla çözen çıkar diye.

Hiç hem ağlamaktan başka bir şey yapmak istemeyip hem de gözlerinizin göz yaşlarından yandığı oldu mu? İkili bir yaşam sanki içinde kıvrandığım. Bir sol beynim çıkıyor sahneye, özgüvenli, karakterli, kalıbının kadını, sağlam basıyor toprağa. Derken sağ beyin fırlıyor arka plandan; bambaşka bir duruşa bürünüyor bedenim, omuzlarım çöküyor, umudum kırık, ağzımdaki tat hep buruk…

Beynin iki yarısının farklı karakterlere sahip iki ayrı beyin gibi işlediğinden bahsediyorlar. Sol konuşurken, hikayelerle sağın hissettiklerini anlamlandırmaya çalışıyormuş. Bundan olsa gerek hikayelerin peşinden sürüklenişimiz. Dedikodu, film, roman, içinde insan geçen her kurmacada olan tanıdık ve yabancı hikayeler… Ve amaç hep aynı; hayatı biraz daha anlamlandırabilmek.

Anlarsam cevapları da bulurum diyorum. Anlarsam artık üzülmeden sindirebilirim tüm haksızları. Anlarsam nedenini belki bu kadar yanmaz canım gördüğümde yapayalnız mücadele veren kediyi, köpeği… Ama diyorum sonra ve yine çıkıyor bir ama cümlemin orta yerinde. Durduruyor amalar beni. Tatsızlaşıyorum. Usulca başımı kaldırıp aldığım nefesin güveniyle yeniden dalıyorum havasız kuyumun içine… Belki de yalnızlık tanışıklığımızdan dolayı iyi geliyor bana. Sanki merhemi oluyor acıtan kağıt kesiğinden hallice yaramın.