Ben, Kendim ve Kedim II

Benden beklenen ile kendimden beklediğim arasındaki mesafeyi ölçemiyorum bugünlerde. Sanırım, kendinden emin olmak, kendinden beklediğin ve yapabileceğin arasındaki mesafeyi kapatmakla mümkün. Bu mesafeyi sıfırlamak içinse, önce kendinden beklediğinle insanların senden beklediği arasındaki güvenli mesafeyi koruyabilmen gerekiyor.

Ama insan hayatının her döneminde sorguluyor yaptıklarını. Hep olduğundan daha iyi bir performans bekliyor kendinden. Sonunda da yorulup çöküyor tepkisizlik koltuğuna. Benim en çok anlamlandıramadığım, bu koltuğa oturmak bu kadar kolayken, bu koltuktan kalkmak neden bu kadar zor?

İnsan kendini eleştirirken hiç sakınmıyor lafını… Ama iş, kendinle gurur duymaya ve kendi eserlerini beğenmeye gelince, olur olmaz bahanelerle geri adım atıyor. Acaba insan bunu kendini korumak için mi yapıyor? Eleştirinin tavan yaptığı ve anlayışın dibe vurduğu bu çağda yaşarken, gelecek eleştirilere kendini hazırlamak için mi insan sivriltiyor dilini kendiyle başbaşa kaldığında? “En azından kendi canımı kendim yakmış olayım, hiç değilse kontrol bende olmuş olur” diye mi düşünüyor insan?

İnsan, karmaşık ve çok katmanı olan bir varlık. Onu anlamak bir anda olacak bir iş değil. Zamana yaysak bile, tamamıyla anlayabileceğimizin bir garantisi yok. Öyleyse, nasıl oluyor da insan kendini anlıyormuş yanılgısına kapılabiliyor ve buna dayanarak kendini gözünün yaşına bakmadan itham edebiliyor?

Merak ediyorum, insanın kendine anlayış göstermesi neden bu kadar zor?

Hani derler ya, terzi kendi söküğünü dikemez. İşte ben de soruyorum, neden? Terzi için sökük dikmek çocuk oyuncağıyken, bu sökük kendi giysisinde oluşunca, neden dikilemiyor? Çözüm arandığında, anlayış gerektiğine, sevgi ve destek ihtiyacı doğduğunda, başkalarına karşı bu kadar ılımlı olabilen insan, kendine gelince neden donup kalıyor ya da vurdumduymazlaşıyor?

Oysa insan en çok kendinden aldığı destekle huzuru bulabilir bu karman çorman dünyada. İnsan en çok içindeki sevgiyi hissedebilirse mutlu olabilir, kendi olabilir ve var olabilir bu hayatta. Peki, bu kadar zor mu kendini sevmek? Yıllarını bunu çözmeye adamış ve özüyle her geçen gün daha çok yakınlaşan biri olarak cevaplıyorum, hayır, hiçte zor değil. Ama (her çözümün gerektirdiği bir şart olduğu gibi…) insan kendiyle olan ilişkisinin yapısını fark etmeli ve kendini sevmeyi istemeli… İstemek ilk adım…

Hayat, beni bırakmayacaksın değil mi?

Sahilde duruyordum. Engin denize dalmış, “Sırada ne var?” diye düşünüyordum. Bir tekne almak geçti içimden. Hatta bir yelkenli… Önce yelkenliyi idare etmeliyim dedim ve kursları araştırdım. İyi bir tanesini seçtim, gittim, başarıyla tamamladım. Ardından, bir süre başka yelkenlilerde alıştırma yaptım. Benden daha iyi bilenleri izledim, dinledim, öğrendim. Bir yandan para biriktirdim. Yeterince deneyimim ve param biriktiğinde, alışverişe çıktım. Beni temsil edecek, içinde kendimi huzurlu hissedeceğim bir yelkenli buldum ve satın aldım. Sabırsızlıkla yıllardır beklediğim ana tanıklık ettim. Ve sonunda, yelkenlim suya indirildi. Atladığım gibi açıldım… Keyifli geçen bir dönemin ardından, tam denizin ortasında sessizliği doyasıya tadarken, kara bulutlar belirdi ileride. Ardından gökyüzü grileşti, karardı, tüm keyfim kaçtı. Ne yapacağım diye düşünürken, fırtına koptu… Ve kalakaldım karmaşanın ortasında, tehlikede, yapayalnız. Tek bir kara parçasını ya da fener ışığını seçemez oldum. Mecbur, fırtınanın geçmesini beklemeye koyuldum…

Yaşadığım duygular “boşluk” ve “yalnızlık”… Ama insan ne kadar karanlığa gömülmüş olursa olsun, feneri olup, ona ışık tutacak bir tat, bir doku bulabiliyor. Belki geçmişten, özlediği, özlediğini bile unuttuğu, toz tutmuş bir eşya parlayıveriyor eski yerinde… Ya da hiç düşünmediği eski bir dosttan, bir mesaj geliyor en umutsuz anında…

Hayat tek bir yöne doğru gitmiyor, orası kesin… Ama ne yöne gideceğini biz ne kadar tayin ya da tahmin edebiliyoruz, o belirsiz…

İçimi acıtan anları döksem ortaya, geri toplayamamaktan korkuyorum. Korktuğum içinde onları sıkıca içimde tutuyorum. Oysa içimde tuttukça, daha da büyüyorlar, derinleşiyorlar ve acıtıyorlar.

Beklemekten de yoruldum aslında. Bekleyecek bir durum var mı onu da bilemiyorum.

Her şey anlarda saklı… Şu an ne hissediyorsam, ne yaşıyorsam, ne yapıyorsam ve ne yazıyorsam, o oluyorum… Daha fazlasını beklemek gereksiz, sonuçsuz ve sonu yok…

İnsan ne kadar dertlenirse dertlensin, o kendinden umudu kesmedikçe, hayat da ondan vazgeçmez…

Beni Ben Yapan “Şey”ler

Hikayelerim var anlatmak için yanıp tutuştuğum… Sırlarım kimseye açmadan, kalbime gömdüğüm… Dertlerim var, dışarıdan sıradan görünen, içimi sönmek bilmeyen bir kor gibi yakan… Alıştığım acılarım var ve aldığım keyiflerim… Yanımda tuttuğum umutlarım var ve kaybolan anılarım… Peşinden koşup yetişemediklerim var, bir de gökten kucağıma indirilenler…

Ben, herkes gibi, hem şanslıyım hem şanssız… Hem dertliyim hem tasasız… Yin de var içimde yang da… Ben artı ve eksileriyle koca bir bütünüm aslında.

Hayatımdan geçip gidenlerim var… Hayatıma sokmak için çok uğraşıp da, izini, karda yitirdiklerim de…  Sevgim var bol bol dağıtmaya razı olduğum ve sevdiklerim ve sevenlerim…

Anlamaya başladıklarım var ve bir türlü anlamlandıramadıklarım… Öğrendiklerim var ve bir sürü bilmediğim…

Öyle çok şey var ki beni ben yapan, beni değiştiren, beni törpüleyen ve benim etkime maruz kalan…

Kısacık sanıp koskoca olduğuna inandığım, sonra birden her an bitecekmiş gibi hissettiğim bir hayatım var… Bir geçmişim var, bir de geleceğim… Ve bugünüm…

Hissettiklerim var ve kaçtıklarım… Bir de yüzleştiklerim ve barıştıklarım…

Rengarenk bir dünyam var… Siyahlarım, beyazlarım, grilerim, pembelerim, turuncularım…

Bir uçurtmam var… Bir evim, bir eşim, bir kedim, bir de dostlarım… Düşmanlarım da var, düşürenlerim, çıkaranlarım ve var edenlerim… Canımı yakanlar var, kırdıklarım, kırıp geçtiklerim, parçalarını topladıklarım…

Fırtınalarım var benim ve fırtına öncesi sessizliklerim… Dinginliklerim var ve kocaman dalgalarım…

Benim rüyalarım var, hayallerim, gündüz düşlerim ve gerçeklerim…

İnsanım ben… İyim var, kötüm var…

Bir de evvel zaman içindelerim…

Durulmak

Anladığım ve sahiplendiğim gerçeği kaybetmekten korkuyorum. Adını koyamadığım duyguların peşinden sürüklenirken, algıladıklarımı hissedememekten korkuyorum. Bu hayatta ne ekersen onu biçiyorsun. Sere serpe uzanmışken koltukta, yudumlarken şarabını, aslında hiçte içinde olmak istemediğin bir hayatta buluveriyorsun kendini…

Uzun zamandır düşünüyorum nereden başlamak gerektiğini… Ama sonunda vardığım nokta, zorlamayla hiçbir şeyin olamayacağı…

Attığın her adımda bir şeyler kanıtlama çabasındaysan eğer, akıp gidemiyorsun hayatın içinde. Sonucunu bilmediğin denklemlere kafa yordukça, en kolay bilmecelerin cevaplarını bile bulamaz oluyorsun.

İnsanlar binlerce yıl düşünüp durmuşlar, aynı soruları sormuşlar bıkıp usanmadan… Bugün farklı olan ne ki bugün düşünen biri bulabilsin aradığını…

Yine de zorluyorum kendimi… Ulaşacağım bir yer varmış ve ben buna yürekten inanıyormuşum gibi bakınıyorum etrafıma.

Aslında özlediğim kendim…

Evvel zaman içinde hiç inanmazdım kendime, güvenmezdim, hep zorlama mutlulukları içimde hissetmeye çalışırdım. Ne zaman kabullendim kendimi, ne zaman sevebildim kendimi, o zaman anladım mutluluğun nasıl bir his olduğunu.

O kadar çok istiyorum ki bunu birilerine anlatabilmeyi… Her şeyin aslında bizde başladığını, kendimizi çözemeden hiçbir yere varamayacağımızı ve kendimizi sevmeden huzur bulamayacağımızı…

Ama bazı günler unutuyorum kim olduğumu… Unutuyorum içimde bulduğum gücü ve kendimi sevmenin keyfini…

İnsan kendini seviyorsa eğer, kendine inanıyorsa, o kadar etkilenmiyor etrafında kopan fırtınalardan. Ve her fırtınanın kaynağında kendini sevmeyi bilmeyen birinin çaresizliğinin yattığını fark ediyor…

Ben “ben”i bulmuşken, kaybetmek istemiyorum. Hayatımın bu döneminde, bulduğum ve sevdiğim “ben”i kaybetmemeye uğraşıyorum.

Yıllarca süren özgüvensizlik halinden sıkılmış, suçlayacak insan listesini sırayla, tek tek öfkelenerek, biraz da ağlayarak tüketmiş birinin çabasıyla deniyorum yılmadan…

Ben artık kimseye kızmak istemiyorum… Ben artık sevdiğimi sadece sevdiğim için sevdiğimi bilmek, bundan emin olmak ve kararlı adımlarla yukarıya doğru tırmanmak istiyorum hayat merdiveninde…

Öyle yoruldum ki kafamı kurcalayan sorularla boğuşmaktan… Ben artık durulmak istiyorum…

Soranın Bir Yüzü Kara… Cevap Arayanın İki…

Çok merak ediyorum, bu hayatta yapabileceğim neler var?

İnsan kayboluyor çoğu zaman bilinmezlerin arasında. Kendini yeniden bulmak, küle dönmüş ateş kırıntılarını toparlamak, anlamsızlık girdabında sürüklenmiş yüreğini dindirmek zaman alıyor.

Sanırım işin sırrı, inanacak bir şey bulmak. Her ne olursa olsun, seni ellerinden tutacak, kalkman için gereken hızı kazanmanı sağlayacak ve inanmanın yarattığı, şüpheleri yok eden o saflığı sana geri kazandıracak bir hissi… Bir tutam umut…

Ama korkmamak öyle zor ki… Korktuğunda, kendini korkunun akışına bırak, direnmezsen akıp gider yanından derler. Hani engellerin önündeki engel olmazsan, o engellerin kendiliğinden ortadan kalkacağı gibi.

Hayat, kahramanlardan oluşmuyor maalesef. Ve sen de, ben de herkes gibi çöküyoruz, yıpranıyoruz, umudumuzu yitiriyoruz.

Anlamını sorguladığımız ve bir türlü bulamadığımız için… Ya da bulabileceğimiz bir yerde olmadığı için…

Yine de anlamak istiyor insan… Hayatın anlamını değilse bile, kendini… Neyi neden yaptığını… Dostlarına soruyor, hayatına bakıyor, kararlarını sorguluyor, terapiye gidiyor… İnsan hep arıyor bulamadığını…

Acaba bir gün bulabilecek miyim sessiz ve ıssız gecelerde kalbime çöken sorunun yanıtını? Acaba, bir gün anlayabilecek miyim daha neler yapabileceğimi, yapacağımı ve başaracağımı? Acaba her dibe vurduğumda, yeniden sıçrayabilecek miyim heyecanla, şevkle, yukarı doğru? Acaba bir anlam bulamasam da bu hayatta, tutunabileceğim bir ben bulabilecek miyim? Ve tutunmaya değer gördüğüm bir iş edinebilecek miyim?

Herkes bir diğerini anladığını iddia ediyor… Bu kadar kolay mı gerçekten anlamak, hissetmek, gözyaşlarına dokunmak? Bir kedinin var oluşu kadar basit mi bir insanın da var oluşu?

İlla anlamak zorunda mıyız nedenini? Sadece rüzgarın esişinde kendini bulan birer rüzgar gülü olamaz mıyız bu hayatta? Gerektiğinde dönen, döndükçe yön gösteren, gösterdiği yönle rüzgara farklı isimler ve anlamlar katan…

Yine cevapsız sorular… Ama en azından sormakta bir anlam var… Sormadan kanıyor insanın içi… Sormadan yaşanmıyor hayat… Sorgulamadan rahatlamıyor insan… Sorgulamadan yaşayamıyor…