Hayatın İzdüşümleri

Tek kelime akmaz mı insanın kaleminden? Akmıyor… Ne kadar çabalasam da, ne kadar duygularımı canlı tutarak ilham almak istesem de, olmuyor. Olmayınca olmuyor… Hayat zaten tam da böyle bir şey değil mi? Ne kadar uğraşırsam bir şey en istediğim anda olsun diye, işte o şey asla olmaz… Olursa da muhakkak kabak tadı verir. Hani şu zamanından önce çıksın diye aşılanan, sonra da sofralara geldiğinde kabak tadı veren karpuzlar misali…

O halde acaba sabrın en değerli erdem olduğu söylenebilir mi? Gerçekten sabırla bir olayın oluşmasını, bir durumun pişmesini ya da şartların olgunlaşmasını beklemek… Hayatımın en değerli rehberi bu soruyu sorduğumda bana ‘‘Sabretmek ertelemektir,’’ demişti. Çok şaşırmıştım. O güne dek tez canlı ben her şey hemen olsun diye koşturmaktan nefes nefese kalmış, sabrı öğrenmek için dualar eder vaziyetteydim. ‘‘Hayattaki en önemli hedefim sabrı öğrenmek,’’ der demez bu yanıtın gelmesi de ilginç… Hayat zaten tam da böyle bir şey değil mi? Çözdüm dediğim anda aynı sorunun yepyeni bir yüzü çıkıyor karşıma…

Demek sabır ertelemeye biçilmiş ipekten kaftanmış… Sonra sabırsızlığımı düşündüm. Sabırsızlığım bana iyi gelmiyordu ki. Belki de bir dengesi olmalıydı bunun da. Neye sabredeceğimi seçmek bir sanattı ve ben burada hep şaşırıyordum. Benim elimden gelen, o an kendimi ya da hayatı iteklemeden yapabileceğim ne varsa yapmaktı yaşamak; elimde olmayanları zorlamadan, elbet bir gün benim için en iyinin olacağına inanarak beklemekti sabretmek. Hayat zaten tam da böyle bir şey değil mi? Her şeyin, her insanın, her yaşantının bir dengesi yok mu? İki ucu seçmek de mümkün elbette ama yaşam ikisinin de karıştığı orta noktadan akmıyor mu?

Şimdi geriye kalan nerede sabrı nerede eylemi devreye sokacağımın tahlilini yapmak… İçimde şimdilik tiz, ama yoğunlaşsın istediğim bir ses var. O ses konuştukça, bana gerçeği anlatıyor sanki. Sevgiyi, aşkı, bağlantıda olma hallerimi, yakınlaşmalarımı, uzaklıklarımı, maskelerimi, maskesizliğimi, saflığımı, kindarlığımı; beni hakikatimle tanıyor, biliyor ve seviyor. O ses benim iyiliğimi istiyor. Ben de bu iyiliği yaşamak ve yaşatmak… Hayat zaten tam da böyle bir şey değil mi? İnsan yaşayabildiği duyguyu tanıyor ve ancak o içinde hissedebildiği duyguyu karşısındakine verebiliyor. Sevmek için sevilmek… Sevilmek için sevmek…

‘‘Sevginin şartı mı olur?’’ dedi içimdeki o ses. Yanlış aktarma,’’ diye fırladı kalktı oturduğu rahat koltuktan. ‘‘Sevgi sevmektir işte… Gerisi aradaki akım.’’ Ben çok sevdim, ben hep sevdim; ürkekti yüreğim, kediydi… Sonra gücü buldum kendimi tanımanın keyfinde, o güç cesaretim oldu. İçimdeki kedi gürleyen bir aslana dönüşür oldu… Hayat zaten tam da böyle bir şey değil mi? Ne olmuş olduğumdan çok, şimdi ne oluyor olduğum anlamlı…

Aslan ve ruzgar

Yazar: Şeyma Çavuşoğlu

Şeyma, Notre Dame de Sion Lisesi’ni bitirdikten sonra, Koç Üniversitesi’nde psikoloji okudu. Ardından La Salle Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında yüksek lisansını (M.A.) ve Lesley Üniversitesi'nde Yaratıcı Sanat Terapileri alanında doktora derecesini tamamladı. Detaylı bilgi için: www.seymacavusoglu.com

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: