Senden akıyorum, aştığım nehirler bini buluyor…
Gözlerini anımsadıkça, kahkahalara gömülüyor yüreğim.
Sevdiğimi sandığım ne varsa,
Seninle aşka dönüşüyor!
Nasıl bir şeysin ki sen?
Neredeydin bugüne kadar?
Amaçsızca dehlizlerde geziniyordum ben.
Sesine, kaşına, gözüne hasrettim…
Sana söyleyemediğim ne çok kelime birikmiş içimde. Kendimden saklıyormuşum meğer hislerimi. Gözlerinin derinliğinde akarken keşfettim: Sabrın yanında, cesaret de varmış yaşamda. Kızdığını, kırıldığını belli etme cesareti… Gerektiğinde gitme, aldığın kararı sahiplenme, belirsizlikte yaşama cesareti…
Akıyorum bu gece… Nereye, ne amaçla, kiminle, ne önemi var? Kalbimde, geçtiğim yolların sızısı, kırgınlıklarımın tahriş olmuş izleri, yeni yerler keşfetmenin dehşet verici heyecanı; süzülüyorum. Fark ediyorum, geçmiş de gelecek de anımda hissettiğim kadar yanımdalar. Zannediyordum ki geçmiş gömüldükçe battığın bir yer, gelecek ise geldi sandıkça ileriye kaçan munzur bir çocuk… Oysa anıma karıştırdığım kadar etkiliymiş geçmişim de geleceğim de. Sandığımdan çok daha fazla söz sahibiymişim hayatımda. Ben bana aitmişim, haberim yokmuş…
Şaşırıyorum bunu düşündükçe. Nasıl insan kendini bu derece bağımlı zanneder seviyorum dediklerine? Ben ayrı var olabilirmişim… Masal gibi gerçekten. Ben hiçbir bağa muhtaç olmadan da yaşayabilirmişim…
Şimdi serüvenin adını koyma, çerçevesini çizme sürecindeyim.
Alevden bir top olmuş, içimi kavruk kavruk yakıyor yaşam aşkı. Gel-gitler azalıyor, olumsuzluklar silikleşiyor, anlık inançsızlıklar yerini tam teslimiyete bırakıyor… Son bir dilek diliyorum ayın parlaklığına sığınıp… O an anlıyorum; karanlık ancak karanlığı yutuyor, ışık ise geldiği anda tüm karanlığı yutup yok ediyor…
Dolunayıma doğru yoldayım…