Korktuklarımız, kaçtıklarımız, bizi hayatı her anıyla, doya doya, ürkmeden yaşamaktan men eden çekincelerimiz… Bunlarla ne yapacağız? Kimimiz için sosyal ortamlar, kimimiz için iş dünyası, kimimiz için evden çıkmak, kimimiz için sunum yapmak…
Bu korkular bizi nereye götürecek? Cevap: Hiçbiryere!
Tek çözüm var: Üzerine gitmek!
Nasıl mı? Kendimizi zorlayarak, panik yaşamaktan korkarak, bazen titreyerek, çoğu zaman da istemeyerek. Ama üzerine giderek…
Evden çıkmak istemiyor musunuz? Hemen şu an bu yazıyı bırakıp, çıkın ve sokakta 10 dakika yürüyün. Sunum yapmak istemiyor musunuz? İlk fırsatta, sunum yapma görevini üzerinize alın. Küçük adımlarla, örneğin şirketinizin en büyük müşterisinin sunumunu değilde, bir üstünüze yapacağınız küçük sunumu üzerinize alın. Ve vazgeçmeden, en önemlisi ertelemeden üzerine gitmeye devam edin.
Kendinize biraz zaman tanıyın ve her şevkiniz kırıldığında bu yazıya tekrar göz atın. Neden üzerine gitmek istediğinizi hatırlayın.
Kendiniz için tabi ki! Başka kim için olabilir ki! Siz en kıymetli olansınız! Siz bu hayatı doya doya yaşamayı, hiçbir güzellikten geri kalmadan, hiçbir yenilikten korkmadan yolunuza devam etmeyi hak edensiniz!
Hep, elma gökten insin, armut soyulup önümüze konsun, hazır sofraya kurulalım ve bir zahmet karnımızı doyuralım diye bekleriz. İnsan günlük koşuşturmacada, anne ve babasının himayesinde, iş dünyasının çoğu zaman kaskatı kalıplaşmış kuralları ve “yapma biçimleri” arasında, emek sarfetmeyi unutuyor.
Evet! Emek! Kendi çabanla, kendin ya da başkaları için birşeyler elde etmek ve devamında gelen inanılmaz haz…
En zor görünen ve en yapmaktan kaçmak için binbir bahane ürettiğimiz işleri düşünün… O bahaneleri üretmek için harcadığımız enerjiyle o işi çoktan yoktan var etmiştik!
Hmmm.. “Peki ya önüme çıkan engeller?” “Taşlar”? “Kayalar”? İşte tam da onlar değil mi zaten ulaştığımız sonucu daha da değerli kılan? Daha da albenili yapan?
Yola devam! Bu hayattan yılmak, vazgeçmek, hele hele ertelemek yok! Bu hayatı yaşayacağız! İyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, taşıyla kayasıyla, bu hayat bizim! Onu sahiplenip, hata yapmaktan korkmadan, kendi çizdiğimiz ve çizmeye devam edeceğimiz “hayat” adlı bu yolda yürüyeceğiz, koşacağız, kimi zamanda kenara çekilip, bir bardak demli çay eşliğinde katettiğimiz mesafenin keyfini çıkaracağız!
Peki bu yolun sonunu düşünenleriniz var mı? Peki o sona takılıp “yaptıklarım boşa mı acaba?” diye dertlenenleriniz var mı? Ya da daha da önemlisi o sonun varlığını bilmiyormuş gibi davranıp, hayatla bağlarını birşeylere gömülüp koparanlarınız var mı?
Hepsini denedim! Hiçbirinde kendimi bulamadım! Anladım ki hayat öyle üzerine çok düşünülmesini de sevmiyor hiç düşünülmemesini de… En iyisi, insana en iyi geleni, hem gerçekleri kabullenmek hem de gerçeği bazen rafa kaldırabilmek… Hangi yaklaşımın hangi duruma ve döneme en çok uyacağı da size kalmış… Dedim ya.. Hayat sizsiniz… Hayat sizin seçimlerinizle ve kararlarınızla kendinize belirleyeceğiniz yol…
Seymacıgım
Bana bir kelime öğretenin kulu olacaksam, yaşanası bir hayat yaşamayı ögretenin nesi olmalıyım…. Sonsuz teşekkürler
Neslihan Özcan