Şöyle derinden, içinizin en kuytu köşesinden, uzunca bir zamandır sabırla beklediği yerden çıkan bir “Oh!” çekmenin rahatlığını hiçbir şeyde bulamazsınız.
O an bütün düğümler çözülür, bütün kapalı görünen kapılar aralanır ve insan o ender zamanlarda hissettiği pürüzsüz rahatlığa kavuşur.
Herkes, herşey hoş görünür, kusurlar batmaz, istekler sabrın kollarına bırakıverir kendini ve yüzünüz güler yeniden…
İşte ben tam o noktayım şu an…
Günlerdir aradığım, uzun zamandır beklediğim o anın içindeyim… Ve doya doya hissediyorum o huzuru… Kalbimin kapıları ardına kadar açıldı…
Nasıl geldim bu noktaya? Neden demin değil de şimdi? Kendim mi yaptım yardım mı aldım? Buraya gelmenin daha az sancılı bir yolu var mı?
İnsan hayatta hep acı mı çekmeli acısızlığın değerini anlamak için? Hasta mı olmalı sağlığına şükretmek için? Peki mutsuzluğunu dibine kadar yaşamalı mı küçük şeylerden keyif alınabileceğini hatırlamak için?
Evet! Evet! Evet!
Hayatın iki boyutu ve madalyonun iki yüzü… Karanın içinde ak, akın içinde kara… Biri olmadan diğeri bir türlü var olamıyor.
Herşey biz insanlar için…
Ama elbette kendimize has baş etme yollarımız da mevcut…
Örneğin ben, bu anı yazarak, hissederek, farkına vararak içime depoluyorum ve onu azar azar, tadına vara vara tüketeceğim. Bir de çok özel anlar için depoda bir kısmını saklayacağım… Çok sıkıştığımda gözlerimi yumup, yapay bir “Oh!” çekip bu ana döneceğim…
Bir gün, çok güzel bir tekne turunda, dünyanın en görkemli şelalerinin birinin dibinde, canımdan bir parça olan bir dostumla ıslanıp keyif çatıyorduk… O an bana dedi ki: “Bundan sonra yoga yaparken gideceğim dingin yerimi buldum…” Evet, insan olmanın en büyük lüksü… Hayal edebilmek… Hayalinde istediğin yere gidebilmek… İstediğini elde edebilmek… Ve en güzeli hedeflerini, zarar görmeden, hayalinde test edebilmek…
İnsan olmak güzel şey! Hayali de, gerçeği de…