Hayattan kopmamak için yeni insanlarla tanışmak, yeni dünyalara adım atmak, yeni şeyler denemek gerek… Peki bizde bunu yapacak cesaret var mı?
Okul yıllarından başlar gruplaşmalar. İnsan, kendine benzeyen birilerini bulur ve onlarla sessiz bir anlaşma yapmışçasına beraber gezmeye, beraber yemeye, beraber bir yerlere gitmeye ve beraber hareket etmeye başlar. Zamanla yeni birileri zorda olsa eklenebilir bu gruba. Ama sonuç hep aynı… Birileri elenir, birileri eksilir ve kalan küçücük insan topluluğunun içinde, hep aynı sohbetleri yaparken bulur insan kendini.
İnsanın tanıdıklarının yanında tanımadıklarına da şans vermesi neden bu kadar zor? Neden ürker insan bilmediklerinden?
Oysa yenilik taze kandır. Tüm sistemini temizler insanın. Yeni ufuklara açar gözünü ve sürpriz anlar yaşatır.
Bir sonraki anımızı tahmin etmek iç rahatlatıcı olabilir ama sıkıcıdır da aynı zamanda. Bazen bilinmez birşeylerin içine dalmak keyif verir insana. Ama nedense çok zorlanırız yeni ortamlara girerken…
Belki de sevilme ve beğenilme arzumuzdan yaklaşmayız yeni insanlara. Sonuçta, grubumuzdaki insanlar artık bizi tanımıştır ve bunca seneyi birlikte geçirdiğimize göre, bizleri olduğumuz gibi kabul etmişlerdir. Neden riske atalım ki bunu? Sonuçta işin ucunda iyi bir sonuç olabileceği gibi, yüz kızartıcı ya da gurur kırıcı bir reddedilme de yaşanabilir.
Zaten risk almak zor gelir çoğu insana. Hep aynı dairenin etrafında dönmek daha kolaydır. Ama o zaman sıradanlaşır hayat. Hedeflere ulaşılır zamanla, mesafeler kat edilir, ve durduğu bir noktaya gelir insan. Ondan sonrası düzlüktür.
Gerçekten dümdüz bir çizgi olarak mı yaşamak istiyoruz hayatı? Bence bunu biraz sorgulamak gerek. Gri bir sayfa mı? Yoksa farklı renklerle farklı desenler karaladığımız bir anı defteri mi? Hangisine benzesin isteriz hayatımız?