Bu grip salgını mahvetti hepimizi… Ne acayip bir şey aslında insanın kontrolü dışında bütün enerjisini yitirmesi, yataklara yatıp kalkamaması, ve elinden hiçbir şey gelmemesi… İnsanoğlunun kontrol arzusuna ve ihtiyacına güzel bir örnek… Daha çabuk iyileşeyim, daha hafif atlatayım diye ilaçlara, vitaminlere, bağışıklık sistemi güçlendirici otlara sarılıyoruz ama ne fayda? Birisi yıllar önce demişti ki: “Grip ilaçsız yedi gün, ilaçla bir haftada geçer.” Doğru gerçekten. Grip olduğunuzda tek çare yatıp dinlenmek. Ama insan bu, kontrolü bırakmak istemiyor, üstüne gidiyor, derken grip onu daha da fena çarpıyor…
Nedir biz insanların bu kontrol düşkünlüğü? Çevremizde olan biteni elimizin, kolumuzun ulaşabileceği alanlara sığdırma çabası… Aslında bu kontrol derdine düştüğümüzde öyle kısıtlıyoruz ki kendimizi… Sınırlarımızı kalın çizgilerle belirleyip, aşmaya bile yeltenmiyoruz…
Belki de güvende hissediyoruz kendimizi, “kader”e hükmedebileceğimizi zannediyoruz. Oysa öyle çok etken var ki “kader” dediğimiz ana başlığın alt maddesi olan… Ve kontrol altına alması mümkün olmayan… Hava durumu mesela, ya da hastalık, daha da kötüsü kazalar, ölümler… Bir de diğer insanların ruh halleri var kontrolümüz altına alamadığımız. Çabalamıyor değiliz aslında… Örneğin birini çok üzgün gördüğümüzde neşelendirmeye çalışırız. Onun o an üzüntüsünü yaşamaya ihtiyacı olduğunu bir türlü kabullenemeyiz, çünkü onun üzüntüsü bizi rahatsız eder, ne yapacağımızı bilemez, ne diyeceğimizi şaşırırız. Durumu kontrol altına alma çabamızda bundandır…
İnsan kendini güvende hissetmek ister. Başının üzerinde bir çatı, önünde yemeği, yanında sevdiği, sıcak bir sobası olsun ister. Bu hem maddi hem manevi anlamda böyledir. Duygusal olarak bu temel ihtiyaçları giderebilmenin en vazgeçilmez önşartıda kontrol edebileceğimiz ve yönetebileceğimiz bir ortamdır.
Kimi insan sonsuz çabasıyla, en ince ayrıntılara dahi dikkat ederek, kimseyi unutmadan, herkeste bir etki yaratmaya çalışarak kontrol sağlamayı dener. Kimi insan ise, “rahat”tır, “bana fark etmez” der… Bu insanlar da “etkisiz-tepkisiz” felsefesine dayanarak kontrol kurarlar. Bir diğer deyişle, her etkiye bir tepki doğuyorsa çevreden, ve sen hiçbir etki yaratmıyorsan çevren üzerinde, çevrenin de sana hiçbir tepkisi olmaz, dolayısıyla sana ilişmez ve sen kimsenin karışmadığı dünyanda kontrolünü sağlamış olursun.
Hangi tür kontrol çabasının kime daha iyi geleceği bilinmez ama her insanın ikisinden birine kaydığını ve bu yolla huzuru aradığını söyleyebilirim.
Niyetimiz iyi aslında. Huzur arıyoruz. Her etkeni kontrol altına alarak, sıkı yönetim ilan etmeyi becerirsek ve herkes ve herşey tam bizim istediğimiz gibi, bizim istediğimiz şekilde var olur ve davranırsa, sonunda arkamıza yaslanıp rahat bir nefes alabiliriz sanıyoruz.
Ama denklem çakışıyor… Çünkü huzura giden yol olarak seçtiğimiz sıkı yönetimde, kontrol çabası arttıkça huzura olan uzaklığımız da artıyor. Ne kadar çabalarsak aslında huzurdan o kadar uzaklaşıyoruz. Çözüm?
Çözümü basit, kontrol için savaşmayı bırakmak, olanı olduğu haliyle kabullenmek ve değiştirmek istediklerimizi başkalarına zorla uygulatmaya çabalamak yerine kendi üzerimizde uygulamayı denemek. Bir düşünün… Sizce de demokratik bir ortam sıkı yönetimden daha huzurlu olmaz mı?
Uzun zamandir herhangi bir sey yazmiyorsunuz, nedenini ogrenebilir miyim?..
Haklisiniz. Durgunluk donemindeydim, ama yavas yavas hareketleniyorum… Ilginize tesekkurler…