Öyle çok şey var ki yaptığım ve yaptığımı benden başka kimsenin bilmediği… Kötü şeyler de var içlerinde; çok güzel, çok büyük başarılar da…
Tabii yaptığımı benden başka bilen olmadığı zaman, bana kalıyor eleştirmenlik/koçluk/ponpon kızlık görevleri. Ve ne kadar istesem de, kendimi objektif değerlendiremiyorum. Eskiden kalemimin ucunu iyice sivriltirdim özkritiğimi yazarken. Ama sonra bunun beni ileriye değil iyice geriye götürdüğüne şahit oldum. Ben de zamanla yumuşadım. Madem objektif olamıyorum, sübjektifliğimi negatif yönde değil pozitif yönde kullanayım dedim… Kendime anlayış gösterir oldum.
İşin güzel yanı, kendime karşı toleransım arttıkça, başarılarım büyüdü, yayıldı, zaferlere dönüştü. Ben kendimi, hatalarımla ve doğrularımla, olduğum gibi kabul ettikçe, içimdeki “daha iyi olma” içgüdüsü iyice dürtülendi… Çünkü, korkularım azaldı… Hata yapmaktan, yanlış cümleleri kurmaktan, kendimi aptal gibi hissetmekten daha az korkar oldum… Güvendim kendime. Yapamasam da, bir gün başka bir şeyi yapabileceğimi düşündüm. Haklıydım da; yapamadıklarım, yapıcı deneyimler olarak, yeni adımlarımı yarattı.
Anladım ki, kimse seni senden iyi anlayamaz, tanıyamaz, sevemez. Kimse senin yaralarını, güvensizliklerini, kırgınlıklarını, senden daha iyi göremez, çözemez, saramaz… Sen, ihtiyaç duyduğun anlarda, en büyük desteksin kendine… Tabii en büyük köstek de olabilirsin dikkat etmezsen.
İnsan bazen bilinçli, bazen bilinçsiz eleştirir kendini. Başkalarının var olduğunu dahi bilmediği zayıf noktalarını bulur, iğleneler, acıtır, kırar…
Ne yazık!
En iyi dostun olabilecekken, en azılı düşmanın yapıyorsun kendini kendine…
Kendini sevmek o kadar daha huzurlu, zevkli ve keyifli ki… Ne kadar zor olsa da, o kadar değer ki bunun için savaşmaya, uğraşmaya…
Bir düşün… Çekişmenin, rekabetin, harala gürelenin bu denli yoğun olduğu bir dünya da, ne gereği var bir de kendinle savaşmanın?
basliktaki yazilan kedinin baglantisini kuramadim yazinizla?