Ne kadar yakınımızdan geçiyoruz birbirimizin hayatlarımızda. Senin üst kata çıkışından tam bir saat önce ben aynı merdivenleri inmiş oluyorum. Hafif özlemle karışık bir hüzün burkuyor içimi. Notunu alıyorum. Meğer hayatlarımız değecekken kopmuş.
Geçmişe dönmek korkutuyor beni. İçimde sellerin bile alıp götüremediği, kazık çakmış bir hayalperest. Bazen seni düşlüyor, diğer zamanlar başka şeyleri… Hep bir şeyler değişiyor, ben değişiyorum ve özlemim diniyor. Hayat sanki beklenen bir gösteri… Zamanı gelmiş, yerime geçmişim, ışıklar loş, perde kalkmak üzere, sabırsızım ama oyun bir türlü başlamıyor. Her dakika, bir sonraki an oyunun ilk anı olacakmış gibi çarpıyor kalbim ve aynı dakika içinde hayal kırıklığıyla geri yaslanıyorum, oyun başlamıyor.
Sonra bir şey fark ediyorum. Yanımdakiler, önümdekiler, arkamdakiler yerlerinde değiller. Kimisi kalkmış gitmiş, diğeri bana bakıyor, bir başkası patlamış mısır yiyor, başka ikisi ileride birbirlerine dalmışlar… Bir anda oyunun içinde miyim diyorum. Duruyorum sadece ve bakınıyorum. Anlamaya çalışıyorum. Ben bu oyunun seyircisi değilim. Bir parçasıyım…
Bazen başrol, bazen yan roller, bazense figüran, hatta kimi zaman senarist ya da yönetmen…
Sonra geri dönüyorum seyirci yerime. Ürkütüyor rol alma fikri. Geri çekiliyorum, köşeme sıkıştırıyorum kendimi. Ama dar geliyor. İçim içime sığmıyor. Artık bu köşe bana yetmiyor. Alanın genişliğini bildiğimden, eskiden içinde kendimi huzurlu sandığım dört duvarı yıkmak istiyorum şimdi. Bir yandan sıradanlaşmak gibi geliyor kalabalığa karışmak, diğer yandan tutamıyorum kendimi daha fazla bu odanın içinde.
O zaman diyorum, önce sıradanlığımı keşfeder, sonra da özelliklerimi bulur çıkarırım. Bu kadar insan var diye, benim sönük kalmama ya da kendimi hep figüran konumuna itmeme gerek yok. Ben de herkes kadar, hatta belki bazılarından daha bile iyi rol kesebilirim. “Hadi bakalım” diyor içimde yıllardır beklemekten usanmış ve paslanmış ruhum. ”Biraz çığlık at, biraz bağır çağır, delir; sonra durul, dinlen; ve kendin olmaktan hiç vazgeçme.”
Hazırım hayat. Ben de bunu yazdığıma inanamıyorum ama sonunda hazırım galiba sana karışmaya.
İki cümlelik bir mektupla başladı bu yazı. Kelimeler kelimeleri kovaladı. Kekeledim, durdum, oyalandım, geri döndüm başına ve bitirdim. Yenilerini yazmak üzere, bu sayfayı burada noktaladım.