Pazartesiye Uyanmak

Her pazartesi sabahı hayat yeniden başlıyor sanki… Günler bir bir, birbirlerinin üzerine eklenerek geçiyor ve geçen zamanla geçmiş günlerin sayısı artıyor. Hayatı anlamlı kılan şeyin ne olduğunu bulduğunu zannederken insan, her defasında bıkmadan yanıldığını anlıyor. Bazen sormadan edemiyorum, hayatı anlamlı yapan her şeye yüklediğim anlamlar ne kadar gerçek? Mutluluk sadece anlarda mı var? Genel-geçer bir mutluluk hala keşfedilmedi mi?

Her zaman bardağın dolu tarafına bakmayı denerken, aslında ne denli melankolik olduğunu gördüğünde bunca yıl sonra hala şaşırabilir mi insan? Bir nefes, bir can, bir dokunuş, bir tutam sevgiye muhtaç; kaç gün sayabilir yaşanmadan geçti diye? Aslında buzdağının en görünmeyen dibi hep aynı.  Her insan özünde sevgiyi arıyor. Ama öyle bir sevgi ki bu, olmadığı tek an bile sanki hiç olmamışçasına sarsabiliyor insanı.

İnsanın kendine en güzel hediyesi, kendini sevmektir derler. Zor ama ulaşması mümkün bu yol dikenliymiş aynı zamanda. Gülü sevmek uğruna bu dikenlere katlanmak gerekiyormuş. İşin en tuhaf yanı, gül de insanın kendisi, dikenlerde aklında, ruhunda, kalbinde taşıdığı izler. Bu izlerin bazıları kalbini kıranlardan emanet, kimileri yılların birikimiyle oluşmuş, bazılarını ise insan kendi elleriyle kazımış acımasını izlemeye doyamamacasına…

Sevgi nasıl bir şey biliyor musunuz? Sevgi, sevdiğin yan odadaysa ve sen uykunun en tatlı yerindeyken bir an uyanıp onun yokluğunun soğukluğu çarptıysa yüzüne, hiç üşenmeden sıcak yatağından kalkıp onun yanına gelmektir. Geldiğinde de o her ne yapıyorsa, keyifle devam etmesi neizin vererek sadece aynı odanın havasını solumanın hazzını yaşayabilmektir. Birini bu kadar sevdiniz mi hiç?

Karşılıksız sevgi zor.  İnsan, ne kadar sevmek için sevdiğini iddia etse de vazgeçemiyor sevilmeyi beklemekten ve zamanla yetmez oluyor aynı odanın havasını solumak. Daha fazlasını istiyor yürek ve alamadıkça kırılıyor. Oluşan izler her seferinde bir adımlık mesafe kadar daha uzakta oturtuyor uykusundan uyanmış aşığı.  Ve zaman aleyhine işliyor seven kalbin. Sevemez, sevilemez oluyor…

Tuhaf ama tikler sadece bedensel olmuyor bence. Kalbin ve ruhun da tikleri olabiliyor hayatta. Her kırgınlıkta öfke dalgasına kapılmak gibi, ya da her karşılıksız sevdiğinde boğulduğunu zannedip hıçkırarak ve inleyerek ağlamak gibi…

Hani olur ya bazen dar gelir dört duvar. İnsan ağlamak ister, zamanı durdurmak ister, acısını silmek ister. İşte o anlarda kendini sevmek devre dışı kalır. İnsanın kendisi, en ihtiyacı duyduğu anda kendini yüz üstü bırakır. O zaman dışarıdan bekler insan o sevgiyi ama kimse anlamaz anlatamadığı yalnızlık sancısını. Arada kekeleyerek “Yalnızız be abi” der dudaklar ama karşıdaki o an orada olamıyorsa, sussuz ve ıssız kalmıştır adam çölün kuraklığında.

Ne zaman geçer bu melankolik ruh hali, bilinmez. Bazen bir tebessüm, bazen bir nükte, bazense bir kedinin sevgisi kendine getirir insanı. İşte bu yüzden o girdabın içinde olmadığımız anlarda karşımızdakine sevgi ve anlayış sunmak çok önemlidir. Kim bilir belki bugün onun ihtiyaç günüdür ve uzattığımız el belki de kırık bir kalbin son çağrısı olacaktır…

 

Yazar: Şeyma Çavuşoğlu

Şeyma, Notre Dame de Sion Lisesi’ni bitirdikten sonra, Koç Üniversitesi’nde psikoloji okudu. Ardından La Salle Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında yüksek lisansını (M.A.) ve Lesley Üniversitesi'nde Yaratıcı Sanat Terapileri alanında doktora derecesini tamamladı. Detaylı bilgi için: www.seymacavusoglu.com

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: