Hayal kırıklıklarından öyle korkar ki insan, binbir yola başvurur kendini korumak için. Bazen umutlanmamayı seçer, hayatında ne olursa olsun en ufak bir neşe kıpırtısı göremezsiniz bu insanların gözlerinde. Başlarına geleni hep olağan kabul ederler ve artıları görmezden gelirler. Kimi insan soyutlar kendini. Yaşadıklarıyla, sahip olduklarıyla, hayatındaki insanlarla ve olaylarla bir ilişkisi yokmuş gibi davranır. Yaşamla olan bağını koparmış sanırsınız. Bazıları ise Polyannacılık oynamayı seçerler. Her olanı sanki dünyanın en büyük mucizesiymiş gibi algılar, başlarına gelen herşey mutlaka daha iyi bir şeyin habercisiymiş gibi davranırlar.
Aslında her durumda niyet aynı ve çok masumca. İnsan korumak ister kendini… Korumak için gözle görünmeyen, ancak sözle açıklanabilen kalkanlar yaratır kendine. Ve bir şekilde hayal kırıklığını hayatından uzak tutmaya çabalar.
Başarabilir mi derseniz… Bu gerçeğe ne kadar hakim olmak istediğinize bağlı olarak cevabı değişen bir sorudur.
İnsan bu kalkanların arkasında kaldıkça gerçekle olan bağını da zayıflatır. Kendi yarattığı ve kurallarını kendi koyduğu bir fantezi dünyasında yaşamaya başlar. Gerçekte ne herşey negatiftir, ne herşey pozitiftir, ne de herşey hiçbirşeydir. Gerçekte hepsi vardır. Olumlu yan da, olumsuz yan da, etkisiz eleman da… Önemli olan hepsini görebilmek ve hepsini dengeli yaşayabilmektir.
İnsanın ruhunun sağlıklı olabilmesi hayatında kurabildiği denge ile doğru orantılıdır. Hayatındaki olumlu ve olumsuzları dengeleyebilen, gerektiğinde etkilenen, gerekmediğinde tepkisiz kalabilen insan huzurlu olabilen insandır.
Sonuçta, artılar da eksiler de, insanların ve onların hikayeleri olmadan var olamayacak olan hayatın vazgeçilmez birer parçalarıdır. İnsan hayal kırıklığına uğrasa bile, aynı anda mutlaka kazandığı, sevindiği, başardığı birşeyler de vardır… Yeter ki insan baktığını görebilsin…
Anahtar sözcük beklenti. Beklentilerimiz aslinda algilarimiza tamamiyla sekil veren. Nasil algiladigimiza göre de degismiyor mu zaten bu hayat, etrafimizda olup biten onca olay?
Beklentisi olmayan bir insanin, hayal kirikliklarina düsmesinin var midir hic ihtimali? Kolay olmasa da yapmamiz gereken sadece gercekleri görebilmek degil mi? Gordugumuz, yasadigimiz, karsilastigimiz her durumu, herhangi bir doga olayindan farksiz gormek, yegane cozum hayal kirikliklarina.
Ne kadar zor da olsa, annemiz hastayken iyilesmesini ummamak… kac zamandir üzerinde calistigimiz projenin meyve vermeme ihtimalini bilmek… Severek evlendigimiz insanin sonsuza kadar bize bagli kalacagina körü körüne inanmamak…
Evet, bu hayatin icine koydugumuz onca sevginin, emegin, zamanin, tedavinin bir karsiligi olmasi gerekiyor sanki; birseyleri hakediyor olmaliyiz… Ama hayir, ne yazik ki yok evrensel bir adalet; bazilarinin annesi hayattan göcüp gidiyor, bazilarinin isi rast gitmiyor, bazi iliskiler yürümüyor. Ne kadar cabalamis olurlarsa olsunlar, bazilarinin hayatinda hep kötü birseyler oluyor.
Iste o bazilarinin bazen biz olabilecegini anlayabiliyor olmak, her durumun iyi ve kotu sonuclari olabilecegini biliyor olmak hayal kirikliklarinin asisi… Sadece gercege tapmak, hayattan tek beklentimizin “gercek” olmasi bunun cözümü…
Unutmadan, hic bahsetmedim ilahi adaletten… Belki inaniyorsunuzdur adaletin en azindan ilahi seviyede olduguna; hakettiklerimizin bir sekilde bizi bulacagina… Peki ya bu beklentiniz de bos cikarsa?..
Gandhi’nin sozuydu sanirim… “Beklemekten vazgectigimiz zaman, herseyimiz var demektir…” Dogru soze ne denir? Insan beklentilerini gerceklerin oldugu cizgiye cekebilse, hayalkirikliklari ne kadar azalirdi… Kimbilir, belki bir gun, birimiz beceririz bunu…