Hayatta hepimiz için önceden çizilmiş, yazılmış, oynanmış planlar var. Gideceğimiz okullar, alacağımız diplomalar, işimiz, eşimiz, ailemiz, evimiz, arabamız… Bunların hepsi, yaşça gereken noktalara ulaşmış insanlar tarafından denenmiş, onaylanmış, bizim önümüze sunuluyor. Biz de her insan gibi, ergenliğin getirdiği isyanları oynadıktan sonra, sırasıyla mesleğimize, kariyerimize, eşimize, evimize ve kaç çocuk istediğimize karar veriyoruz. Yalnızlığı seçen ya da seçtiğini sanan şövalyeler bile eninde sonunda diğerlerinin eleştiren, yargılayan, kınayan, “artık hayatını yoluna koysan” diyen bakışlarına teslim oluyorlar. Sanki hayatımızda herşey birşeyleri yerine oturtmak ve “nihayet bir düzen kurmak” üzerine planlanıyor. Peki biz bu düzeni gerçekten ne kadar istiyoruz?
Bence, hayat, söylendiği gibi, birileriyle paylaştıkça güzelleşiyorsa, bütün bu düzen kurma çabamızın anlaşılır bir nedeni olabiliyor. Sonuçta, yıllarımızı verdiğimiz iş, eş, dost, akraba, çoluk çocuk bize hayatımızı daha anlamlı yaşayabilme olanağını sunuyorlar. Yani, yerleşik hayat belki de bize dayatılan birşeyden çok, akıl muhasebesinden geçirdikten sonra bilinçaltımızın bizi sürükleyerek üzerine ittiği bir gereksinim. Sonuçta, her gün, hepimiz hayatımızı daha anlamlı, daha işe yarar, daha “mutlu” geçirme çabasındayız. Ve tartışmasız, birilerinin şahitliği olmadan yaptığımız hiçbirşeyin bir anlamı kalmıyor. İnsan, her ne kadar “bunu karşılıksız yapıyorum” dese de, yaptığı herşeyde en azından birilerinden takdir görmeyi bekliyor. Bir iş başardığında, terfi aldığında, bir çocuğu düşmekten kurtardığında, sözel ya da görsel bir “aferin” bekliyor. Peki bu aferini bize kim söyleyecek?
Bazen başkalarından alırız bu aferini… Bazense tanıdık bir ses, beynimizin içinden seslenir bize… Bu tanıdık ses her ne kadar kendi sesimiz gibi gelse de kulağımıza, aslında büyürken, öğrenirken, şekillenirken sesini en sık duyduğumuz kişiye aittir, bizi yetiştiren kişiye… Ve biz, her ne yaşta olursak olalım, kulak kabartarak dinleriz onun söyleyeceklerini…
Insan her ne kadar “büyüdüm artık, koca adam oldum” dese de, hep o kişinin aferinini bekler yaptığı işlerde. Bilinçli ya da bilinçsizce hep o kişinin onaylayacağı kararlar almaya çabalar. Hani bazen yaptığımız, söylediğimiz ya da yapmadığımız bir şey bir türlü içimize sinmez ya, işte o şey aslında iç sesin sahibine ters geleceğinden bizim de bir türlü içimize sinmez. Yapmak istesek bile hep bir tereddüt olur içimizde.
“Aslolan”, bu tereddütlere rağmen kendi kararlarımızı alabilmektir hayatta. Ne istediğimizi ve istediğimizi, biz onu istediğimiz için istediğimizi bilebilmektir…