Duyanlar Duymayanlara Anlatsın

Derdim ne biliyor musunuz? Dönem dönem ellerimi, ayaklarımı titreten, ruhumu boğazlıyorlarmış hissi yaratan, kalbimi alnıma fırlatan endişelere kapılıyorum. Sanki bir anda hayatın akışı duruyor, tüm gözler bana dönüyor ve eleştiriler diz boyu akıp gidiyor dört bir yanımdan… Sonra yorganların içine gömülüp, hiç çıkmak istemeyen bir kadın doğuyor “durup dururken”.

Eskiden olsa daha da uzatırdım bu duygunun tasvirini; çünkü o zamanlar kalıcı sanırdım kendisini. Bir gelecek, tüm cesaretimi yutacak; beni bir hiç yapıp defolup gidecek zannederdim. Yapayalnız, mahrum ve hep eksik hissederdim.

Sonra ne fark ettim biliyor musunuz?

Dışarıda sandığım o eleştiri bombardımanı gözler meğer bendenize aitlermiş. Zamanı durduran benim beynim; cesareti Atılgan halinden Titrek haline döndüren benim inançlarımmış. Her ne sebeple olursa olsun, büyürken inanmışım ya da inandırılmışım hep daha mükemmel olunabileceğine. Olanı asla kabullenmemeyi ve hep bir şeyleri daha iyiye/doğruya doğru değiştirmeye yönelmişim… Sonuçta her adımını bin beş yüz defa aklında evirip çevirmeden atamayan, mümkünse başkalarından onay vererek kararların sorumluluğunu almalarını bekleyen, “hayır” demekten ödü patlayan ve karar mekanizmaları gelişmemiş bir genç kız büyümüş.

Aslında garip gelmiyor düşününce neden böyle olduğunu. Anladım zamanla. Her neslin var olan kaynaklarıyla inandığı en doğruyu bir sonraki nesle aktardığını. Ve her kimse geçmişimde beni özgüvensiz yapanlar, affettim hepsini. Üstelik onları tüm kabahatleriyle sevmeyi öğrendim zamanla; ve onlardan eskisi gibi etkilenmemeyi.

Ama en önemlisi kendimi affettim. Kızdığım, unutmadan tutunduğum her hatamı doğal saydım ve geçmişimin parçası yaptım. İnsan denen varlık grubuna mensup olarak hataların da doğrularım kadar bana ait olmasında bir sakınca olmadığını anladım. Bir de o anlattığım endişe girdabında döne döne kaybolmak yerine, derin bir nefes alıp bir adım ileri ya da geri atarak ona uzaktan bakabilmeyi öğrendim. Böylece fark eder oldum o endişe nöbetlerinin kendim tarafından dayatıldığını.

Eleştirilme endişesiyle herkesten önce kendimi eleştirir, yerin dibine sokar ve silikleştirirsem kimse görmez, dokunmaz, zarar veremez ve eleştiri oklarıyla canımı yakamaz sandım. O kadar güvenmiyormuşum ki kendime bana yöneltilen iltifatları yalan, eleştirileri (özellikle olumsuz olanları) gerçeğin ta kendisi sanmışım.

Sonraları anladım ancak eleştirilere kulak verirken kendi fikrimi ortaya atabileceğimi ve ben neye inanıyor ve güveniyorsam, o yolun benim yolum olduğunu. O kadar lezizmiş ki kendine güvenmek, doyamaz oldum. Hala gelir endişe nöbetleri zaman zaman ziyaretime ama süresi benim irademle kısalır da kısalır. Ve sayende ruhum, hayatım daha bir gerçek artık.

 

Yazar: Şeyma Çavuşoğlu

Şeyma, Notre Dame de Sion Lisesi’ni bitirdikten sonra, Koç Üniversitesi’nde psikoloji okudu. Ardından La Salle Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında yüksek lisansını (M.A.) ve Lesley Üniversitesi'nde Yaratıcı Sanat Terapileri alanında doktora derecesini tamamladı. Detaylı bilgi için: www.seymacavusoglu.com

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: